10 Aralık 2008 Çarşamba

Yaktılar Gazzeyi, Yani Yüreğimizi!..

Yüreğimizin tâ ortasında, yangın yeri olarak duran Gazze’mizle ilgili bir yazı çalışması yapmak istedik. Ama bu o kadar kolay olmadı; içimizi kanatan elim vakalar zihnimizi dumura uğrattı. Bir yazı ile de olsa, Gazze’ye, Filistin’e ve aziz şehidlerimize karşı sorumluğumuzu yerine getirmek istedik. Yapılması gereken şeylerin çok olduğunun bilincindeyiz; özellikle de malî yardımlar ön planda elbette ki. Hepsinin yanında, biz, yazarak da küfrün, zulmün ve Siyonizm’in beyninin çatlatmasını ve düzenlerinin yerle bir olmasını diliyoruz Rahman, Rahim, Aziz ve Kahhar olan Rabbimiz ALLAH Azze ve Celle’den.

Biz, bu vahşeti, Kerim Kitabımızın bazı ayetleriyle ilişkilendirerek değerlendirmek istiyoruz. Malumunuz olduğu üzere, Bûruc Süresinde, ALLAH’a olan bağlılıklarından ötürü, ateşler yakılan çukurlara atılan müminler konu edilmektedir. Biz, yalnızca, 8. ve 9. ayeti alıyoruz konumuzla ilgili olarak:

“Onların müminlere bu işkenceyi yapmalarının tek sebebi, müminlerin göklerin ve yerin tek Hâkimi, Aziz ve Hamîd olan ALLAH'a iman etmeleri idi. ALLAH her şeye şahiddir. (Buruc Suresi: 8-9)”

O müminler, kızılacak, kendilerinden intikam alınmaya kalkışılacak başka bir şey yapmıyorlar, ancak ALLAH'a inanıyorlar ve o iman ile gitmek istiyorlardı. O ALLAH ki Aziz, bütün yücelik ve kuvvet onun, kimse onun yücelik ve kuvvetine karşı gelemez; Hamid, bütün hamd onun, kimse onun karşısında hamd ve saygıya layık olamaz. O ki bütün göklerin ve yerin mülk ve saltanatı hep onun, hepsinde dilediği gibi işini yürütür. İşte o müminler ancak o ALLAH'ın mülküne, izzetine ve gücüne, onun hamde layık olduğuna inandıkları ve bu imanlarında devam etmek istedikleri için, o Ashab-ı Uhdud (hendek sahipleri) onlara kızıyor ve yaptıklarını yapıyorlardı. Oysa ALLAH her şeye şahittir. Her şeyin yanında hazır ve görücüdür.

Evet, görüyor musunuz suçu? Neymiş suçları? İşte ALLAH anlatıyor ki bunların bütün suçları ALLAH’a inanmak. ALLAH’a inanıyorlardı bunlar. İşte en büyük suç budur kâfirin gözünde. Bugün de kâfirlerin gözünde en büyük suç budur. ALLAH’a iman etmek. Kâfirlerin gözünde en büyük suç budur. Ben Müslüman’ım diyen kişi, ben ALLAH’a iman ediyorum, ben ALLAH’ın istediği biçimde yaşamak istiyorum diyen kişi dünyanın en büyük suçlusudur. O mürtecidir ve kesinlikle yok edilmelidir.

Siyonist İsrail’in Filistin üzerine yaptığı amansız zulüm ve vahşetler, bu ayetler çerçevesinde değerlendirildiği vakit, zulmün ve hakkı inkâr etmenin ideolojisinin ne olduğunu daha derinlikli bir şekilde anlayabiliyoruz. Ve Hakkın şahidliğini yapma derdinde olanların, her devirde böylesi olmazlıklara dûçar kılınacaklarını öğreniyoruz. Filistin, Irak, Afganistan, Çeçenistan vs. işte bu haldedirler.

Ayetlerin ifadesine dikkat ederseniz onlar bizden farklı inanmışlar da onun için yakılmışlar. Bizden çok farklı bir imanla inanmışlar da onun için hendeklere gömülmüşler. Kâfirlerin bu kadar gazaplanmalarının sebebi onlar bizim gibi yamuk inanmamışlar. Onlar ALLAH’a ALLAH’ın istedikleri gibi iman etmişler. ALLAH’a inanmışlar ama nasıl bir ALLAH’a inanmışlar? Ya da inandıkları ALLAH’ı hangi sıfatla bilmişler? Bakın ALLAH diyor ki:

Bu Müslümanlar Aziz olan bir ALLAH’a inanmışlar. Ya da inandıkları ALLAH’ı Aziz bilmişler de onun için yakılmışlar. Eğer bugün kâfirler tarafından bizim karşımıza da bu tür hendekler kazılıp diri diri yakılmıyorsak, eğer şu anda kâfirlerle kol kola bir hayat yaşıyorsak bizler yamuk inanıyoruz da ondan. Eğer bugün bizler de onlar gibi inansaydık eminim bizim durumumuz da onlarınkinden farklı olmayacaktı. Çünkü tarih boyunca kâfirler hiç değişmemiştir. Değişen Müslümanlardır.

Filistinli kardeşlerimiz, imanlarının aslını yaşama gayretinde olduklarındandır ki, böylesi mezalimler, üzerlerinde kara bulutlar gibi hiç kaybolmuyor yıllar yılı. Ve tabi ki, aynı şeyi, diğer sıcak savaşın devam ettiği coğrafyalarımız için de söyleyebiliriz.

Bakın bu surede yakılan Müslümanlar, farklı inanmışlar. ALLAH’ı Aziz bilmişler, Aziz olan bir ALLAH’a inanmışlar da onun için kâfirleri gazaplandırmışlar. İnandıkları ALLAH Aziz olan bir ALLAH’tı. Aziz, izzet sahibi demektir. Aziz, mutlak güç ve kudret sahibi, mutlak egemenlik sahibi, izzetine kimsenin toz konduramayacağı, sahasına kimsenin giremeyeceği, aldığı kararlarını kimsenin gözden geçiremeyeceği, göklerde ve yerlerde tek hâkimiyet sahibi, tüm varlıkların boyunlarındaki kulluk iplerinin ucu elinde olan, mutlak tasarruf sahibi varlık demektir. Hayata hâkim olan, herkesin arzularına boyun büktüğü yenilmez ve yanılmaz varlık demektir. Sadece kendisine kulluk edilen, sadece kendisi dinlenilen, sadece kendisinin yasaları uygulanan varlık demektir. İşte bu Müslümanlar, böyle bir ALLAH’a inanmışlar. Kullarını kendisinden başkalarına kulluk etmeleri konusunda, kendisinden başkalarını dinlemeleri konusunda soğanın dişisinden bile kıskanan bir ALLAH’a inanmışlar ve yakılmışlar. Hayatın her alanında, kendilerinden kulluk isteyen bir ALLAH’a inanmışlar. Hayatlarında, ALLAH’tan başkalarına karışma alanı bırakmamışlar da onun için sahte rableri, yapay tanrıları kızdırmışlar.

Eğer onlar, şu anda bizim yaptığımız gibi sadece ALLAH’a inanıp ta hayatlarına karıştırmasalardı, hayatlarının bazı bölümlerine ALLAH’ı karıştırıp öteki bölümlerine karışacak başka İlahların varlığını kabul etselerdi inanın yakılmayacaklardı. Kâfirler tarafından affedileceklerdi. Evet, inanılan ama hayata etkinliği olmayan, inanılan ama hayatına karışmayan, kılık kıyafetlerine, eğitimlerine, hukuklarına, ekonomilerine, yemelerine-içmelerine, kazanmalarına, harcamalarına, okumalarına-yazmalarına, sofralarına, mutfaklarına, ev tefrişlerine karışmayan, dünyadan el etek çekmiş bir ALLAH’a inansalardı inanın burunları bile kanamayacaktı. Rahat bir hayat içinde yaşayıp gideceklerdi. Ya da, Ebu Cehil’in inandığı ALLAH’ı gibi yeryüzünde kendisine imanla birlikte bir takım putların, bir takım yardımcıların, bir takım sahte Rablerin, sahte efendilerin varlığına ve kullarının onlara da kulluğuna göz yumacak, ses çıkarmayacak uyuşuk bir ALLAH’a(!) inansalardı kesinlikle ölmeyecekler, öldürülmeyeceklerdi. Ama onlar böyle inanmamışlar. ALLAH’ı böyle tanımamışlar. ALLAH’ı tek Rab, tek İlah bilmişler. ALLAH’tan başka Rab ve İlah kabul etmemişler. Tüm sahte Rablerin rububiyyetini reddetmişler.

Aziz olan, güç kuvvet, hâkimiyet, otorite sahibi olan, yerde ve gökte yegâne söz sahibi, izzet sahibi bir ALLAH’a inanmışlar. Hükmünde, gökleri ve yeri idaresi konusunda hiç bir ortağa rızası ve ihtiyacı olmayan bir ALLAH, işte böyle bir ALLAH’a inanmışlar ve yakılmışlar. Eğer bugün bizler de, böyle bir imanla kâfirlerin karşısına çıkabilsek, ALLAH’ı böylece kabullenip O’nun dışındaki sahte Rableri reddettiğimizi bir ilan edebilsek, hayatımızda ALLAH’tan başkalarının söz sahibi olmadığını bir ortaya koyabilsek eminim kâfirler bize de tahammül edemeyecek ve aynı akıbetle bizler de karşı karşıya geleceğiz demektir.

İşte, Filistinli kardeşlerimizin yaşadıklarına şahidiz. Kâfir ve Siyonist İsrail’in son saldırıları sonucunda şehidlerimizin sayısı dört yüz’e, yaralı kardeşlerimizin sayısı da iki bin’e yaklaşmıştır. Bu, Gazzenin imanının imtihanıdır. Yalnızca Rabbe dayanmanın ve Onu tek yâr kabul etmenin bilânçosudur şimdi Gazze sokakları.

Demek ki kişi ALLAH’a, ALLAH’ın istediği gibi inanmıyorsa bu imana iman denmez. ALLAH’a ALLAH’ın istediği şekilde inanmayan kişi istediği kadar kendisinin Müslüman olduğunu iddia etsin, bu iddia boştur.

Evet, bu yakılan mü’minler ALLAH’ı Aziz bilmişler. İzzeti ve şerefi ALLAH’ta bilmişler. ALLAH’tan başkalarında izzet, şeref, güç kuvvet, otorite, egemenlik, hâkimiyet görmemişler. İzzeti A.B.D de, Avrupa’da, İsrail’de, malda, makamda, koltukta, rütbede, parada değil ALLAH’ta ve ALLAH’a imanda, ALLAH’a kullukta görmüşler.

ALLAH’a kulluğun canlarıyla ibraz eden Filistinliler, bugün bize bir öğretmendirler. Her türlü fedakârlığa yönelmemiz gerektiğinin çağrısında bulunmaktadırlar. Candan ve maldan geçmenin vaktinin tam üzerinde olduğumuzu haykırmaktadırlar. Rahat bir ahiret hayatı yaşayabilmek için, dünyada rahatsız olmayı kâr saymamızı ifade ediyorlar. ALLAH’a, Rasulüne ve ALLAH yolunda mücadele etme sevgisini, her türlü sevginin üzerine çıkarmamızın olmazsa olmazlığını öğütlüyorlar.

İsrail ve onun yolundakiler, bir gün azabın en şiddetlisine çarptırılacaklar, Amenna! Aslolan, biz geride kalanların, zulme seyirci mi, yoksa kahredici mi olduğumuz! Bütün bu hunharlıklara rağmen, hala yerimize çakılıp kalabiliyorsak, “aman, işimden, aşımdan olurum.” diyerek köşelerimizde oturabiliyorsak, bu imtihanda yerimizin neresi olacağını varıp biz düşünelim! Karınca misalinde olduğu üzere, İbrahim aleyhisselam’a taşıdığı suyun, ateşe kâfi gelmeyeceğini ne kadar biliyorsa da, “en azından safım belli olsun.” düşüncesi gereğince, hiçbir fedakârlığı küçümsememeliyiz ve fedakârane tavırlar sergilemeliyiz. Hiçbir şeye gücümüz yetmiyorsa da, son kertede, kalbimizle buğz etmeyi bir vakit bile unutmamalıyız.

Son olarak, dualarımızı bir çığ gibi büyütmenin vaktidir gayrı. Niyazımız Rabbimizden odur ki, İsrail’in ocağına birer Füze olsun dualarımız! Nefeslerimizin kuvveti, Siyonizm’in sütunlarını çatlatır mahiyette olsun diye, yakarmalıyız Yakarılanlara tek cevap mercii olan Rabbimiz ALLAH Azze ve Celle’ye.

Mümin yüreklerin dudakları, duadadır şimdi. Değerimiz, dualarımızdır. Değerlerimizi, zalimlerin üzerine bir bomba niyetiyle Rabbimize yükseltiyoruz.

Rabbimiz, senin yolunda olan kullarını muzaffer kıl. Yolunun kadim düşmanlarını da zelil ve perişan eyle. (Amin.)

FAYDALANILAN ESERLER:

Besairûl Kuran - Ali Küçük
Hak Dini Kur’an Dili – Elmalılı M. Hamdi Yazır