30 Temmuz 2007 Pazartesi

Yol Bilinci ve Yolcu…

İnsanın gelişim aşamasının ilkini oluşturan okumak eyleminden sonra, okumak eylemini de olgunluğa ve dolgunluğa ulaştıracak, bilinçli insanları, ilim ehlini can kulağı ile dinlemek, ikinci aşama olarak karşımıza çıkar.

Daha sonra, sosyal hayat içerisinde aksiyoner kişilikleri örnek almak vardır bu olayın içinde.

İnsan kendisini ne kadar bilinçli sayarsa saysın, muhakkak surette bilmediği bir çok şey çıkacaktır. Onun için, tecrübe sahibi insanlardan tecrübelerini ve bu tecrübelerin gelişim/oluşum aşamalarını da öğrenmek icap eder.

Hayatın ileriki evrelerinde, yani karşılaşacağımız hayati meselelerde, daha önce yapılan yanlışlıkları tekrarlamamak ve gelecek nesle kötü örnek teşkil etmemek için yaşanan tecrübeleri yol haritası olarak kabul etmek gerekir.

“Çok okuyan değil, çok gezen bilirmiş” sözünden pay çıkarabiliriz konumuzla ilgili olarak. Bu söz tümüyle doğruluk içermese de, biz alacağımızı almalıyız.

Birilerinin önümüzden gitmesi, bizlere öncülük etmesi ve öncü değerler nakşetmesi gerekmektedir. Ki, eğer, önderlik müessesesi, örneklik merhalesi mevcut olmasaydı; Rabbimiz, ilk olarak Sahabeye, daha sonra da tüm insanlığa bir rahmet olarak, Rasulünü güzel örneklik teşkil etmesi için göndermemiş olurdu.

O zamanlar, insanlık abidesi Muhammed Mustafa (s.a.v) vardı.

Şimdi de, O’nun meşalesini, davasını, derdini göğüsleyecek yürekli ve bilekli muvahhid insanların, önderlerin olması gerekiyor.

Yeni yetişen neslin yolunu bulabilmesi ve yol bilinciyle hareket edebilmesi için olmazsa olmazlardandır, bu önderlik meselesi ve müessesesi.

27 Temmuz 2007 Cuma

Kendi Kendimize Yetersizliğimiz


İnsanlığa ve insanlığımıza hayretler içerisinde bakıp kahroluyorum. Bu duruma nasıl geldik ve niçin hala kurtuluş yollarına başvumuyoruz.?

Hayy Rabbim!
Bize bir çıkış göster, bize yardım et; bizi bizden elimizden dilimizden ve nefsimizden koru.
Biz kullarını aciz eyleme Rabbim!

Biz bu çağda yaşıyoruz ve bu çağdan sorumluyuz. Peki “bu çağın hesabını nasıl verecek insanlar?”

İslamî fıtrat üzere doğan her bebek, acaba daha sonraki vakitlerini tahmin etme gücüne sahip olsaydı, büyümek ister miydi? Yoksa, “ben büyümek istemiyorum; anne-baba lütfen beni büyütüp de beni benden ayırmayın. Bana zulmetmeyin, bana acıyın.” mı derdi acaba?

Ey Rabbimiz!
Sen biz acizlere, Rabbani fıtrat üzere doğduğumuz gibi, yine o fıtrat üzere yaşayarak büyümeyi ve bu fıtratla son nefesimize kadar yaşam sürmeyi nasip eyle!
Bu, Senden büyük isteğimiz/duamızdır.

Bizi, nefsimize uymaktan, cehalete kulluktan, yanlış yollara sapkınlıktan, Rabbani dava üzere olmaya çalışırken, pısırıklıktan ve en önemlisi de ‘yaşamamamız gerekirken yaşadıklarımızdan’ uzak tut. (Amin)

25 Temmuz 2007 Çarşamba

Bizde/Bizden Olanlar…

Hamd olsun ki Rabbimize, yine bir öte güne kavuşup nefes alıp vermedeyiz.

Yine bu nasiplenişle, benliğimizde ve düşüncemizde akislenen aktarılası mefhumları belirtim aşaması içerisine tekrar giriyoruz.

Dünyanın her bir yerinde zulme uğrayan mazlum bırakılan kardeşlerimize dualar gönderiyoruz.
Onlar bir can,
onlar dua isteniminde.

Bu tarih zulumle dost; mazluma ırak.
Ama biliriz ki, “Başımıza gelenler kendi ellerimizle yaptıklarımızın neticesidir.” emr-i ilahisinin bir tecellisidir başlara/başımıza gelenler.
Rabbimiz! Hayırlı neticelerle mütebessim vasıflar kazanacak kullarından eyle bizi.(Amin)

Hiçbir şey müminin imanında kuvvetli değildir.
Olaki, bir cebre muhatap kılınsın; o bilmeli, ne yapacağını ve yine bilmeli yaptığının sonunda ne olacağını.

Her şey apaçık ve anbean.
Rasulullah’ta bizler için gerekli, güzel örnekler müteşekkil.

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Sandıktan Kim çıkacak?

Oy verme işlemlerinin sona erdiği ve sandıkların açılıp oyların sayılmaya başladığı şu saatlerde acaba sandıktan kim çıkacak?

***

Bence sandıktan bir “cin” çıksa…

Ve bize, "ey millet dileyin benden ne dilerseniz!" dese.

Biz de ona desek ki; ülkeyi mükemmel bir hale getirsen.

Dış borç denilen, nam-ı diğer köleliği, ortadan kaldırsan.

Devletin her kademesine, Tevhid, Adalet ve Özgürlüğü, söz sahibi olarak koysan.

Bütün hükümlerde Allah’ın Kitabı, Rasulünün Sünneti ve İmamların İçtihatları tek merci olsa.

Memleketi mahvû perişan eden “başları” bertaraf etsen.

Yasa, yürütme ve yargı organlarını kefere zihniyetlerin elinden alsan ve ehil olanlara versen.

İslam’ı öcü, irtica, çağdışı olarak göstermeye çalışan elitleri ve medyayı silip süpürsen.

İslam’ın asli unsurlarını yasaklamak için gece gündüz çalışanların iktidarlarını ellerinden alsan.

Kadını kadın yapan örtü değerini tekrar toplumlara yerleştirsen.

Ülkeyi, şu köşe taşlarını önemseyen ehil şahıslara teslim etsen:

1. Devlet, adalet için vardır.
2. Devlet, bir emanettir.
3. Emanetler ehliyet sahiplerine verilmelidir.
4. Devlet meşveret ile çalıştırılmalıdır.
5. Ortak iyinin (maruf) yanında, ortak kötünün de (münker) karşısında kamu yararı (maslahat) için çalışmalıdır.(*)

***

Ama…

Biliyoruz ki, böyle bir şey olmayacak.

Ve yine biliyoruz ki, bu ideolojiyle, bu demokrasiyle İslam adına hiçbir şey yapılamayacak.

İslam ve Hareket başlıklı yazımızın içeriğinde bahsettiğimiz gibi yeni bir çaba ve yeni bir mücadele doğmalı…

Vesselam.


(*) İhsan Eliaçık, Adalet Devleti, Bakış Yay.

22 Temmuz 2007 Pazar

Hal İdrakı...

Çağa seslenmek, kuşatıcı olmak adına hayati tavizler verilmektedir.

Ne pahasına olursa olsun, can-damar öğretilerimizden kopuk yaşayamayız.

“Her can ölümü tadıcıdır.” Bütün bir hayatın hesabı inceden inceye verilecektir, her şeyin Sahibine.

Tavizin tavizi, yanlışın yanlışı getirdiği apaçık ortadadır. O halde hallerimizi enine boyuna masaya yatırıp tahlil etmeliyiz.

Neme lazımcılığın, boş vermişliğin sarpa sardığı bir zaman diliminde, değerlerimizi en ayrıntısına kadar korumak durumundayız.

Bakın, gündemin en hararetli konusu olan ‘seçim’lere değinmiyoruz hiç. Çünkü, “SEÇİMLER HİÇBİRŞEYİ DEĞİŞTİREMEZ, DEĞİŞTİRECEK OLSAYDI YAPILMAZDI.” Toplumu oyalama ve gütme gayesinden başka, ne var bu olayın içinde…

Tekraren kendimize dönme ve kendimiz olma vaktidir.

Kendi niteliklerimizi ve değerlerimizi çağın idrakine sunmak çabasında olmalıyız.

Hayatımızı, ince bir ‘tevhid süzgeci’nden geçirmemiz icab ediyor.

İrili ufaklı her halimizin gözlerimizin önüne gelmesi ve bizi yeniden dizayn etmesi gerekiyor.

İyi haller kuşanmak nasip etsin Rabbimiz…

20 Temmuz 2007 Cuma

Sözün Öz’ünü Yazmak

Yazmak, anmaktır; farkına, zor olsa da, varmaktır; eksikliği anlamaktır; zamanın kısır döngüsüne kanmamaktır.

Yazan her kalem sahibi, dolgunluğunu meydana serer. Dolmuştur ve boşalmanın yolunu, kağıda yönelmekte bulmuştur.

Ukbaya yönelen his sahibi her kul mutlaka bir şeylerin doygunluğunu yaşamıştır.

Rabbi Rahim’imiz, bazı kullarına yazma yetisi vermiştir; Hakk söz’ü, Hakça, Hakk yolunda/yordamında halk’a ulaştırmaları için.

Ne mutlu asıl/asil görevinin bilincinde olup da sapmaksınız ve saptırmaksızın yolunu daim eyleyene.

Yazı, okumanın en sevimli ve en verimli getirisidir. Okuyamayan, anlayamayan, kavrayamayan, sorgulayamayan, yeni yeni olaylar/düşünceler/oluşumlarla tanışık olamayan bir şahsın yazdıkları da bu meyanda olur.

“Bir yazar, en iyi okuyucudur! sözü yeterlidir anlamak isteyene.

Okumanın ve okuyanın tarihi seyrine geniş kapsamlı bir göz atıldığında; hep ilahi öğretilerin insanlığa yazılı şekillerde sunulduğu gözlemlenecektir.

Herkesin aşina olduğu Aziz Kitab-ı Kerim’imiz, bize en büyük ve en gerekli nimettir.

O’nu ve bildirilerini referans almaksızın sarf/zarf edilen bütün yazılışlar, mutlaka ve mutlaka şaşırışlar içerecektir.

Rabbim şaşkın eylemesin bizi! (Amin)

19 Temmuz 2007 Perşembe

Yol...

Yolda olmak yolu tanımayı gerektirir.

Yolu iyi bilmeyenler yolda kalırlar.

Yolun fıkhını özümseyemeyenler kendilerini "yoldayım" diyerek avutmamalıdırlar.

Rabbim yollumuzu müstakîm eylesin ve ayaklarımızı bu yol üzerinde sabit/azimli kılsın.

Sözün özü bu...

18 Temmuz 2007 Çarşamba

Bir Devre...

İnsanlık tarihinin, belkide, en can alıcı devresinden geçiyoruz. Cehalet diz boyu, anlayışsızlık, lakaytlık ayyuka çıkıyor. Ve, kimse ne yaptığının bilincinde değil.

Dert ehli olanlar hep kaygılarda yaşıyorlar ve düşünüyorlar; üretmek için, tarihe şahit olmak için.

Dertsiz ve kaygısız kalmamak temennisiyle...

17 Temmuz 2007 Salı

Denge'm...

Denge...
Nasıl ki, yaratılmışların genelinde varsa, dünya ve ahiret ikilisi arasında da yerini alır denge. Düşünürken, konuşurken, müdahil olurken, bakarken, yerken, içerken... Her yerde/her şey de bir denge...

Güneşte, ayda, gezegenlerde, dünyamızda var olan; denge. Ve bu denge, gelip en önemli meselemizde yani; dünya ve ahiret dengesinde yerini buluyor.

Rabbimiz bir ayetinde; "O, hanginizin daha iyi şeyler yaptığını görmek için ölümü ve hayatı yarattı." şeklinde buyuruyor. İşte insanoğlu bu meyanda kendine gelip, hayatını düzene sokmalıdır. Dikkat edilirse ayette; önce 'ölüm' sonra 'hayat' belirtilmiştir. Bu bize şunu vermelidir; dünyayı, yaşamı, hayatı gereğince tanıyıp bütün bunlarla muhatap olabilmek için ilk önce 'ölüm'ü şûmullü bir şekilde kavramamız gerekir.

Ki, herşey ölümle sonlanıyor.
Öyleyse, bu ölümde "bir şeyler var."
Bu ölüm, bir şeyler anlatmak istiyor.
Bu ölüm, bizlere ahiretteki saadetin yollarını sezdiriyor.
Bu ölüm, düşünen insanlar için herşeyin apaçık olduğunu haykırıyor.

Evet, ölüm bir gerçek... Her nefis onu tadacak. Ona göre, yaşadığımız her an ölümü kuşanmalıyız; yaşadığımız mekandan kopmamak üzere. Ve zaten Rasulullah(s.a.v) bize şöyle seslenmiştir: "Zevklerin belini kıran (param parça eden) ölümü, bol bol hatırda tutun." Dünyamızı dezenfekte eden ahirettir, ahiret olgusudur, ahiret korkusudur. İnanca asli bir halle muhatab olamamışlar, bunun farkına varamamıştır.

Ahirete hazırlık sürecinde, yönelişlerimizin potansiyelini dengeye oturtmalıyız. Yürüyoruz, ahirete; konuşuyoruz, ahirete; kavgadayız, ahirete; yaşıyoruz, ahirete... Herşeyimiz Allah için Allah adına... Şahsiyetimiz ve dünyevi ne de münzevi; ne dünyadan kaşan ne de ölümden; ne başını eğlenceden kaldırmayan ne de ibadetten...

Varış yerimiz olan ahiret bizi çok önemli bir düzene koyuyor. Tabi bu, anlayıp, kavrayıp, yaşayan için gerekli/geçerli olan bir düzen...

Ailesiyle birlikte açlıktan zorda kalan bir kişinin; "Rabbim, Sen bizden rızkını esirgeme, Sen bizi rahata kavuştur." demesinin yanında, kalkıp o rızkı araması mecnuridir. Biz arayalım/çalışalım, Rabbimiz muhakkak verecektir. Yoksa Rabbimiz -haşa- o kadar zalim midir ki, bize hiçbir şeyi nasip etmiyor. İşte kendi durumumuzu burada kendimiz belirlemiş oluyoruz. Kalkıp uğraşır ararsak buluruz, yok eğer; oturduğumuz yerden sadece "Rabbim ver" dersek, sadece demekle kalırız.

Dengesiz bir hayatı yaşamaktan ve taşımaktan, dengenin ve herşeyin Rabbi olan Allah(c.c)a sığınırız!..

16 Temmuz 2007 Pazartesi

Meyvesi Okumanın...

“oku,
çünkü meyvesi okumanın,
basirettir, hicrettir, şehadettir.”


Okumak başlangıcıdır vahyin.
Vahiy, okumakla dillendi.
Dil, okumakla gönüllendi.
Gönül, okumakla hayatlandı.
Ve hayat, okumakla anlam buldu.
Bu süreç böylece sürer ve Mevla’ya gider.

Okumak, farklı iklimlere doğurganlık kazandırmaktır.
Okumak, yalnızlığın terk edilmiş mağduriyetinden başka başka yüzlere ve yüreklere açılmaktır.
Okumak, anlamaktır, anılmaktır, anlamlanmaktır.
Okumakla kendileşir hayat mahsulleri.
Okumak, bizliğe giden yolda, engelleri bertaraf etmektir.
Okumak, kalptekinin yüze yansıyışı, yalan yüzlere kanmayışıdır.
Okumak, kopmak bilmez bir sevda urganına bağlı kalmaktır!

Sevdaları yaşamlandıranlar, ‘oku’lananlar, yok olmayanlardır.
Okumak, ok’u onmaktır.
Yaşama renk katmaktır.
Tomurcuklanan duygular meltemine, yürekler dolusu Selam yollamaktır.
Okumak, Selam’a yürüyüşün ilk basamağıdır.
Ve okumak, Selam’lanıştır.

Tek tanım bulamıyor zihin okumaya ve kalem devam ediyor sayfalar doldurmaya!.

15 Temmuz 2007 Pazar

Yaz Yüreğim Yaz

Kendisi olabilen bir insan, aynı zamanda “yazabilen”dir kanaatindeyim. Kendini çözümleyemeyen tanımlayamayanların ellerine kalem alıp da “yazma süreci”ne atılmaları bir ihanet olsa gerek yazı dünyasına.

Vahiy, ilk “oku”yu emrederken aslında, gizli-saklı, yazmayı da emrediyordu; İnsanların kalbine, insanların
hallerinin bam teline “vahiy yazmayı” emrediyordu. Ve bu yazmayla başlayan süreç, bir “yazgı”ya dönüşüyordu.

Yazgımız, üzerimize yazılanlardır!

Davet, cihad, şehadet… Bu ifadeler asıl/asil bir yazarın dönüşümsüz ve emsalsiz yazım aşamalarıdır. Hep bireyden topluma yürüyüşün tatlı ve zorlu evreleridir bunlar.

Bir yol…

Ve bu yolun samimi, müdavim, yürekli takipçileri…

Vahy’i ve Rasul’ü yüreklerinin en taze, en hassas ve en taşıyıcı köşelerine ilmik ilmik işleyen samimiyet
ehli müdavimler, hep ayakta kalabilmişler/yol alabilmişlerdir.

Tevhid karelerini yaşamlarının en olur taraflarına ekleyebilenler, rızaya erebilenlerdir, hayatı anlamlandırabilenlerdir.

Yola girmek, yolun yarısını tamamlamak demektir. Diğer yarsısı, samimiyet, azim sebat, kararlılık ve muttaki olmayı gerektirir. Bu saydıklarımıza başka şeyler de eklenebilir. Mühim olan vuslat’a hakkınca erebilmektir.
Bütün yolları, “O”na çıkabilir kılma savaşımı’ndan bir vakit dahi geri kalmama görevinde olmak mecburiyetindeyiz.

Gaye; rızadır…

O’nun razı olduğu yaratılmışlar safında olmak… Bu, bir hayal değildir; “ayet”tir.

En soylu bir davettir.

Ne pahasına olursa olsun, azmetmektir.

Zorluklara karşı, sabretmektir.

Olmazlıkları, alt etmektir.

“Bunun için yaşar, bunun için ölürüz!” haykırışlarını hak edenlerden olmalıyız. Son demlerimize gelmişçesine, nefes alış-verişlerimize güzel bir ayar vermeliyiz.

Pişman olmamak için…

Kanatlarımızın kırılmaması için…

LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH...

Hayat Bulan Yazılar

Yaşamak, basit bir olgu değil; çok değerli ve elzem bir dolgunluktur.

“Hayatı oyun sananlar, son espriyi iyi düşünsünler” der bir söz eri.

Hangi anda ve mekânda olduğumuzdan bîhaber yaşantının müntesipleri olmaktan sıyrılmak, ne zamandır, ey can ve gönül taşıyan?

Yaşayanlar yazmıştır, ama hep görülmüş müdür yazanların yaşadığı? Nedendir bilinmez; söz eri bolcadır, ama işleyeni/tatbik eyleyeni nadirdir.

“Yazmak yürek ister”in öncesinde ve hatta ötesinde; yazmak, yaşamaya gebe olmaktır.

Hayat bulmayan sözü n’etsin yürek ey can?

Kimileri, kalemlerine mürekkep yerine, kan doldurup öylece hayat bulmuşlar.

Kimileri, rahat koltuklar üzerinde, kalkansız kılıçlar kuşanmışlar.

Kimileri, “İnsanlar nezdinde, meşhur bir yazar olmaktansa; meçhul bir yaşar olmayı yeğlerim.” derd’i ve dâhi dersi hallerinde.

Kimilerini ise, n’olur sorgu sual eyleme ey dost can kardeşim.

Fazlaca yazmakla birlikte, yüreklere kazımak istediğim bu düşünce(cik)lerimi bütün hayat ehli candaşlarıma kaygıyla sunarım!.

13 Temmuz 2007 Cuma

Her Sabah Bir Şahittir

Her sabah uyanırız bir yeni güne. Bir yeni yüzle karşılaşırız her sabah.

Bütün yüzler, Rabbin iradesince sürerlik kazanır.

Sabah vakti, kuşlar zikirlerine başlarlar. Sanki bizleri de çağırırlar bu derslerine.

Onları yakînen tanıyabilmek için tan vaktine erişmek gerek. O, korkusuz ve samimi ötüşmelerini hissedebilmek için onlarla güneşi beklemek gerek.

Rabbimizin rahmetidir onlar.

Rabbe dönüktür daim yüzleri.

Bir yanılgı, bir ikiyüzlülük vaki değildir onlarda.

Sabahın rahmine düşerler herdem.

Bizi de bu cümbüşe davet ederler; anlayabilmek için, tan'a ermelidir.

Kuşlar, kalkış'ın remzidir anlayabilene.

Bize, şahitliği, kulluğu anımsatırlar. Kesintisiz ve riyasız duruştur, onlarda kaim olan.

Bir sabah... Bir yeni... Bir aydınlık... Bir can...

Ne mutludur Rabbin emrine şahid olmak/şahid kalmak...

Aradığım Genç Biri Kim'dir!

(Aylık periyodlarla yayınına devam eden Genç Birikim dergisinin 10. yılına dair yazdığım bir yazı...)

Memleketin üzerinden, soğuğa and içmiş ‘Şubat’ların taze meltemleri esiyordu ki; inadına bir çağlayan “Merhaba!” dedi Genç Dimağlara.

Mezkur vakâ hiç olmamışçasına, daha bir bilenerek, bin yürek kenetlenmesiyle, “Biz geliyoruz ve hep var olacağız!” temposuyla, güneşe yoldaş olmaya doğru, bir yolcu zuhur etti.

Zulûmatın sıkılganlığına isyan bayraklarıyla “Yeter!” demeye; bir’i bin’e sayarak adımlara bereket katmaya; niceliğin boşluğundan nitelikli bir hayatı dallandırmaya; sevdanın en zahmetli iklimlerinde, baharlara taptaze umutlarla tebessüm sunmaya; eşref katkılı zerreciklerden/insanlardan, devasa erler çıkarmak adına, her şeye rağmen, vakitler damıtmaya doğru, bir yelken açıldı…

Meş'um kararların aksine ve üstüne, Rabbani solukların gündem tutması derdi ve gayesiyle köklü bir karar alındı! Gençler bir, iki … iken, bununla Birikim tutuşturmak adına, “Kararımız GENÇ BİRİKİM’dir!” nidası yükseldi; o vaktin, şafağa sevda ilmekleyen muhkem kardeşlerimizden…

Gaye; Yaradan’ın ve Yar Eden’in Ahkam’ını kuşanmaktır, yürekten yüreğe… Tek rehber, öğretici olarak insanlığa bağışlanan Rasulle yürümek ve O’nunla anlam bulmak için… Ve dahası; ümmet olmaya, vahdet olmaya, kardeş olmaya … and içilmiştir.

GENÇ, bunlardır işte… Birikimler yüklü günlerin ve dünlerin erdemli taşıyıcıları…

Selam olsun onlara ve daha nice on yıllara!..

11 Temmuz 2007 Çarşamba

Selam Rabbe Gidenlere!

“Ben Rabbime gidiyorum.” diyerek ayrıldı arkadaşlarının yanından! Onbeş - yirmi dk. sonra tekrar dönüp geldiği sıra arkadaşları hemen soru yağmuruna tutmuşlardı onu: “Ben Rabbime gidiyorum” da ne demek ve sen gerçekten az önce nereye gidip geldin?” Onun bu sorulara karşı cevabı, tek kelime oldu: “NAMAZ.”

Evet… Bu küçümen hikaye, bizlere, kocaman mesajlar sunmaktadır. Rabbimizin;
Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah(cc), O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir. (5/55),
Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz. (7/170),
Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (8/3),
Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (11/114),
Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır; (23/2),
Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır.(23/9) ... şeklinde buyurduğu NAMAZ…

Allah(cc)’a yanaşmanın, Allah(cc)’a yaraşmanın en etkili ve en kuvvetli göstergelerinden birisi de şüphesiz namaz’dır. Namazla ilgili çok şeyler söylendi ve çok şeyler yazıldı. Elbetteki bu uğraşlar yersiz ve gereksiz değildir; Allah(cc), inanıyoruz ki, bu yolda uğraş verenlerin gayretlerini zayi etmeyecektir. Lakin asıl olması gereken bu uğraşların, bu değerlerin pratikte değer bulup-bulmadığıdır.

Her hususta olduğu gibi namaz hususunda da bize örnek Allah Rasulü’dür. “Gözümün nuru” dediği, İslam’ın direği, iman ile küfrün ayrılış noktası ve bizlere, asırlar boyu kurtuluş meşalesi olan namaz…

Her namaz;
bir yenilenme hareketidir.
bir dostluk simgesidir.
samimiyetin bir göstergesidir.
Rabb’le irtibata geçişin, en hassas ve en ciddi noktasıdır.
O’nunla yapılan ve asla aksaklık göstermeyen en uzun boylu randevudur…

Hesap günü, ilk sualin namaz’dan sorulacağı malumumuzdur. Şu halde, her zaman için öncelememiz/öncelik vermemiz gereken vakıa namaz’dır. Nasıl ki sosyal hayat kurallarından birisi de önemli işleri öne almak ve titizlikle olması gerekeni yapmaksa; namaz da bu kabildendir, hatta daha önemlidir.

Namazımızla varız ve namazımızla anlam bulacağız. Kalp de dahil bütün vücut azalarımızın itaate durduğu rabbani bir tavırdır namaz. İnsanların Allah’a olan, İslam’a olan… samimiyetlerini, bağlılıklarını öğrenmek ya da ölçmek istiyorsanız; size en sağlıklı istatikî bilgiyi namazları verecektir. Eğer bir müslümanın namazı uzunsa, ona güvenebilirsiniz; onunla dost olabilirsiniz. Rüku ve secdede fazla duranlara dikkat edin.
Çünkü;
Onlar, Rablerinden ayrılmak istemeyenlerdir.
Onlar, ibadetin, itaatin ulvi tadına erebilenlerdir.
Onlar, Rablerini gerçek manada sevebilenlerdir.
Onlar, “elestü birabbikum”a dikkat kesilenlerdir.
Onlar, namazla dirilişin, namazla direnişin sembol şahsiyetleridir.

Hayatımızı çepeçevre kuşatan pisliklerden ve çirkinliklerden arınmamız için namazın hakkını vermemiz gerekiyor.

Eğilerek yükselmenin adıdır, namaz.

Günde beş kez, zamanı temizlemenin tadıdır, namaz.

Sözün değil, özün ispat mekanıdır, namaz.

Kulluğun en şerefli ve en değerli çizgisidir, namaz.

Namazı hakkıyla ikame edip, hayatı bu nurlu ibadetle şekillendirip, İslam’ı yüreklerine hakim kılabilenler safında olmak temennisiyle…

10 Temmuz 2007 Salı

İslam Ve Hareket

Yeni bir soluk ve köklü bir hareket kuşanmanın vakti geldi; geçiyor bile.

Bir harekete, nitelik olarak, İslami Hareket diyebilmemiz için şu üç özellik taşınması gerekiyor:

- İslam kaynaklı olmalı.
- Muhalif olmalı.
- Örgütlü-Organik olmalı.

Şimdi, bu özellikleri tek tek ele alalım.


İSLAM KAYNAKLI OLMALI

Bir oluşumun, bir hareketin İslamî olabilmesi için Kur’an ve Sünnet kaynaklarından neşet etmesi gerekir. Yolunu doğru çizebilmek ve yanlışlara sapmamak için başat husus budur.

İslam’ın kaynağını incelemeyen hiçbir uğraş Hakk katında değer arz etmez ve galip gelemez. Heybesine bu köşe taşlarını koymadan yola çıkan boşa gayret sarf etmiş olacaktır.

Yol haritası (İslam adına) çizecek olanlar, geniş bir perspektiften yolun iniş-çıkışlarını, olur-olmazlarını, fayda-zararlarını… ince eleyip sık bir dokuyuş yöntemiyle değerlendirmeleri gerekir. Öncekilerin dediği gibi: “Tedbirini alıp Takdiri Allah’a bırakmak” lazım. Ve, bunların hepsini yaparken/oluştururken Kaynaktan asla ayrılmamak/sapmamak icap eder.


MUHALİF OLMALI

Mezkur oluşumun, hareketin tutunması gereken muhkem dallardan birisi de, muhalifliktir. Muhalif damarı olmayan hiçbir (İslamî) hareket kendini boşa yormamalıdır.

Yeni bir söylem/eylem geliştiriyorsanız; bu yeni olan, öncelikle tedavüldekilerden farklı ve boşluk doldurucu olmalıdır. Eğer bir şeyi yok ediyor, yıkıyor, deviriyorsanız yerine alternatifini oluşturup koymanız gerekir. Yoksa yaptığınız yıkımın hiçbir faydası olmayacaktır. Hatta, zararları zuhur edecektir. Çünkü, yürürlükte olan ve artısıyla eksisiyle kabullenilip sahiplenilen şeyin, bu durumda daha fazla kabul edilme olasılığı doğar.

Alternatifsiz yola çıkmak, azığın tuzunun eksik olduğunun nişanesidir.

Kabullerin ve redlerin maslahatını iyi bir süzgeçten geçirmek gerekiyor. Eğer bir kabulünüz varsa ve yeni bir ses geliştirip hayatlandırmak istiyorsanız, muhakkak karşı duruşlu olmanız gerekmektedir.

Mevcut olanın farklısını oluşturmak demek; öncekinin aksine ve üstüne, daha nitelikli ve olanaklı bir durum sunmak arz eder.

Statükocu değil, üretken olunmalıdır.

Varolanla yetinmemeli, varolanın üstüne dahası’nın yolları aranmalıdır.

Statik değil, dinamik olmalıdır.


ÖRGÜTLÜ-ORGANİK OLMALI

“İçinizden, iyiliği emredip kötülükten uzaklaştıran bir topluluk bulunsun.” emr-i ilahisi mucibince strateji belirlemek ve ümmetliği bu hareket mantığı çerçevesiyle değerlendirmek gerekir.

‘Tarihte her hareket, bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlar’ denilir. Evet doğrudur; bu sözü alıyoruz ve üzerine şunu ekliyoruz; Bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlar ve başka katılımlarla vücud bulup anlam kazanır. Tek kişinin yaptığı şeyler ne olursa olsun; ferdi olarak kalır ve ferdi anlam bulur. Lakin, organik olarak kuşanılan anlamlar ve sahiplenilen değerler, ideal olan kaygıların filizlenip dal-budak meyvelenmesini sağlar. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Tarihi vesikaların üstüne yeni çaba ve üretim mahsullerini ekleyerek daha bir muhteva kokan iklimler yeşertmek gerekir.

Kimsesi olmayan, yetim kaygıların, bir anlam ifade etmeyeceği tarif etmeye gerek olmayacak kadar mûbin bir olgudur.

Tasarılar, birlikte, azimle, farklı yürek frekanslarının birleşmesiyle anlam ve hayat bulur.

Merhaba

Selamun aleyküm.
Rabbim nasip ederse bu blog sayfasından, bundan böyle güzel ve doğru olanı sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Görüşlerime, yorumlarınızı ve yapıcı eleştirilerinizi minnetle beklerim.
Hayırlı söylemler ve salih ameller kuşanmak temennisiyle...