1 Kasım 2010 Pazartesi

ERTELENMİŞLİKLER…


Hayatlar ertelenebilir mi? Ödevler ertelenebilir mi? Sorumluluklar ertelenebilir mi? Vazifeler ertelenebilir mi? Mes’uliyetler ertelenebilir mi?

Bugün yapılması gereken, şimdi yerine getirilmesi icab eden işler, görevler, ödevler sonraya ertelendiğinde, sonraya bırakıldığında büyük oranda eksiklikler ve kusurlar oluşacaktır. Her günün ve her anın kendine göre ihtiyaçları ve el-an yerine getirilmesi lazım gelen durumları vardır. Başka günlere ve başka zamanlara ertelendiğinde hem kendi anındaki gerçekleşmesi gerekenler sekteye uğramış hem de diğer zamanların ödevleri katmerleşmiş olur. Anın vacibini yerine getirmekle mes’uldür her birey.

Kulluğunun getirdiği ve kulluğundan kaynaklanan terk edilmeye asla müsait olmayan haller ve vakitler vardır müminlerin. Rabbe verilmiş sözleri, zamana adanmış işleri vardır Müslümanların; hem kendilerini hem de tüm toplumu bağlayan sorumlulukları ve kaygıları vardır.

Bir öğrenciye, sorumlulukları ve vazifeleri hatırlatıldığında, bu bağlamda uyarılarda bulunulduğunda sınavlardan sonra yapacağını veyahut da okulu bitirdikten sonra başlayacağını; öğretmen, derslerin yoruculuğundan, öğrencilerin verdiği bitkinlikten ders saatlerinin çokluğundan dert yanarak tatilde yapabileceğini; esnaf, işlerin çok yoğun olmasından, borç-alacak durumlarından ötürü kafasının devamlı meşgul olmasından, geç vakitlere kadar çalıştığından dolayı hiçbir şeye el atamadığını, vakit ayıramadığını ve işlerin rahatlamasını beklediğini; işçi, işyerinde adeta soluksuz çalıştığını, dinlenmeye bile vaktinin kalmadığını, maaşının ihtiyaçlarını karşılamasına yetmemesi durumundan rahatsız olduğu, çoluk-çocuğuyla yeterince ilgilenemediği ve onları mesud edemediğinden mütevellit, yakın zamanda Bismillah demek istemesi; kadın ise, çocuklarının kendini fena halde meşgul etmesi, onları büyütmek-eğitmek için verdiği zamanın başka şeylerle ilgilenmesini engellemesi, eşinin isteklerini yerine getirmeye çalışması da ayrı tabi, tüm bunlar iyi yönde bir şeyler yapmasına mani olduğunu… söyler de söyler... Evet, malum şahsiyetlerden malum şikayet ve dertlenmeleri duymamız pek yabancısı olmadığımız sözler. Elbetteki örnekler bunlarla sınırlı değil. Daha nice bahaneler üretilip sıralanabilir sayfa sayfa; yeter ki asli vazifeleri atlatabilme, erteleyebilme cengâverliğini göze alabilsin insan, daha neler peyda olur neler…

Okumalar, sohbetler, dersler, bir kaygı sonucu oluşan/oluşturulan birliktelikler, ‘ne yapma’ya ve ‘ne yapılma’ya dair istişarî görüşmeler, yani insan kazanmalar, halkayı genişletmeler… Hepsi ileride, elbet bir gün ve müsait olunca mı gerçekleşecek? Dünyevîleşme yolunda hızlı, kararlı ve başarılı adımlarla zirveye ulaşma noktasına gelmiş Müslüman Şahsiyetler(!); uhrevîleşmenin yollarındaki tenhalıklara hiç mi iç geçirmez, hiç mi kaygılanmaz, hiç mi “galiba doğru yapmıyorum, zararın neresinden dönsem kâr” demez, diyemez, dedirtmez?

Bugün, okumadığımız, anlamadığımız, kavramadığımız, paylaşmadığımız, haykıramadığımız hakikatlerimizi, erdemlerimizi, söylem ve eylemlerimizi daha ne vakit icra edeceğiz? Dünün, bugünün ve yarınların İblislerini (Lanet onların üzerine olsun) razı etmenin, bugünün işini yarınlara bırakmanın acı kaybına daha ne kadar zaman göz yumacağız? Cehennem yakıtı olmaya, eşref-i mahlûkat olmaktan esfel-i safilin’e düşmeye neden bu denli hevesliyiz? Ertelediğimiz, geciktirdiğimiz, gelmesi için ümit beslediğimiz o yarınlar gelmeden, ya bizim gitme vaktimiz gelirse?

Rabbimizin adil hesabı ve elim azabı, asla ve kat’a gecikmez ve ertelenmez. An’ı geldiğinde ve muhatabını bulduğunda, kesinlikle inkıtaya uğramayacak olan o çetin gün için, vaktin kadr-u kıymetini bilip tekraren sorumluluklarımızı kuşanıp, okunması gerekeni okuyup, olması gerekenleri oldurup vahyin kanatları altında, Rasulullah’ın (salât-u selamların en güzeli Ona olsun) bayraktarlığıyla Rahman, Rahim olan Allah Azze ve Celle’yi razı edecek bir hayatın kapısının tokmağını, olanca samimiyetimizle ve hissiyatımızla vurmanın zamanı gelmedi mi, gelmedi mi, gelmedi mi?

Erteleyenler ve bekleyenler safında olmaktan Rabbimize sığınarak, “tüm taşların altına elimizi koymamız gerektiği” bilincini yeniden yaygınlaştırmak ve yinelemek durumundayız/zorunluluğundayız. Erteleyenlerin ve bekleyenlerin tekleyeceğini, tökezleyeceğini, paslanıp pörsüyeceğini ve kolaycılıkların insanları hep kayba götüreceğini söylemek kehanet değil.

Rızasını isteyenlere ve aziz dini İslam’ı yegane hayat tarzı belleyenlere, rahmet ve savaş elçisi Muhammed Rasulullah’ı rehber bilenlere, Rabbimizin yollarını açacağına iman ediyoruz.

Ertelenmişliklerden tazelenmişliklere uzanmak temennisi, kaygısı ve duasıyla…