10 Haziran 2010 Perşembe

KADİR - KIYMET BİLMEK...


GEMİ YARENLERİ VE BAHADDİN YILDIZ ÖZELİNDE
KADİR-KIYMET BİLMEK...








İyilerimiz, değerlerimiz-değerlilerimiz, erdemlerimiz-erdemlilerimiz, kıymetlerimiz-kıymetlilerimiz, kıymet bilenlerimiz zaman zaman ve yavaş yavaş aramızdan ayrılıp dar-ı beka’ya yürümüşlerdir. Onlar, gizli ve aşikâr numune-i imtisaldirler. Onlar, hep göz önündedirler.

Bu meziyetlere malik olan şahsiyetler, hatasıyla–doğrusuyla, günahıyla–sevabıyla, eksisiyle–artısıyla kulluk görevlerini icra etmenin derdine düşmüşlerdir. Hata günah işlemek ve yanlışlıklar yapmak fıtratında olan ve işlenildiğinde vehametin farkına varılıp terk edilmesinin evla olduğu bir nitelikle donatılmıştır insan. Yani insan, insan gibidir. Ne melektir, ne de peygamber!



IHH’nın yardım gemileriyle Gazze’ye yol alan erlerimiz/kardeşlerimiz/dostlarımız, büyük bir sancıyı dindirmek, devasa bir yarayı sarmak sevdasını yüreklerine kazıyarak kutlu bir sefer başlatmışlardır. Buna Gemi İntifadası da deniliyor. Bu sefer vesilesiyle, Gazze’nin kapılarını dünyaya ve dünyanın kapılarını da Gazze’ye açmak gayesini gütmüşlerdir. Zalimlikte ve katillikte eşsiz davranışlar sergileme özelliğinden zerrece ödün vermeyen Siyonistler, dünyanın ve dünya güzellerinin, dünya iyilerinin, dünya değerlerinin karşısına dikilip yine iyiliğe, iyilere, insanlığa, insanlara özgürlüğe karşı durup hunharca saldırı gerçekleştirdiler. Gidenlerimizin bir kısmını şehid olarak kazandık, bir kısmını da gazi olarak. Her hal-u kârda kazançlı olundu yani, kazançlı olduk. Yola çıkan erler/kardeşler/dostlar, hep bildiğimiz, tanıdığımız ve sevdiğimiz insanlardır. Günlük hayatta iştiraklerimizi sürdürdüğümüz kardeşlerimizdirler. Ve özellikle içlerinde çok yakın muhabbetli olduğumuz Ahmed Bekâr kardeşim vardı. Şu an itibariyle ağır yara almasından ötürü, yaralarının iyileşmesini bekliyor sabırla. Sağlığına kavuşması için en içten temennilerde bulunup dualar gönderiyoruz kardeşimiz Ahmed’e. Ve kimi kardeşlerimiz/ağabeylerimiz de şehadete ulaştılar. Hamd olsun şehadet yolunu onlara ve vahdet bilincini de nasip eden Rabbimize.



Yine geçtiğimiz günlerde IHH’nın Afganistan’ın Kunduz kentinde açmayı planladığı yetimhane için arsa bulma gayesiyle yola çıkan ve dönüşte uçağın düşmesi sonucu Rabblerine yürüyen Bahaddin Yıldız ve Faruk Aktaş ağabeyler var önümüzde, gönlümüzde. Bu iki Müslüman da iyiydiler, iyilerdendiler ve bizim içimizde, bizden birileriydiler. Rabbimizin şehadetlerini makbul görmesini niyaz ediyoruz ve yaktıkları meş’alenin hiç sönmemesini arzu ediyoruz.



İmdi, her iki değindiğimiz olaydakiler de, iç içe olduğumuz, sosyal hayatta hemen hemen her şeyimizi paylaştığımız, beraber nefeslendiğimiz insanlardır. Normal zamanlarda kişiliğine ve özelliğine dikkat etmeden münasebetlerimizi devam ettirir, bazen arar-sorarız bazen sormayız; belki de birbirimizin üzerine fazlaca titremeyiz. Lakin ne vakit ki bir musibet göğümüzde kendini hissettirir olur; işte kardeşliğimizin/ sevgimizin/ muhabbetimizin/ bağlılığımızın damarlarına kan gelmeye başlar. Kalbimiz musibete duçar olmuş kardeşlerimizle çarpar. O kardeşlerimizin bütün yanlış ve kötü meziyetleri gözlerimizden ve zihnimizden silinir; hep iyilikleri, güzel yanları, erdemli halleri dile getirilir. Hatta anlatmalara sığdırılamaz destanları. Onların ne kadar kıymetli ve değerli insanlar olduğu dilden dile, yazılardan yazılara dolaşır. Kardeşlik bağından devşirdikleri sayısız mahsulleri gündem edilir onların. Geçirilen o eşsiz günler, film şeridi gibi gözlerden geçerken, sadece gözlerde kalmaması için tüm çevreye aktarılır. Onların tuttukları yolun ne kadar izzetli ve şerefli olduğu söylenir, anlatılır, yazılır durmadan ve duraksamadan günler ve hatta haftalar boyu. Özellikle de Yaradana kanatlanmış olanlarımızdan, apayrı söz ederiz. Onların emsalsiz hayat ve tevhid mücadelelerini etrafımıza sunmayı bir görev addederiz. Belki ağlarız, belki ağlatırız. Çünkü onlar artık yoktur; onlar güzeli, güzelce soluklayıp gitmiş olanlardır…

Peki, onlar hayattayken, aramızdayken ve tâ yanı başımızdayken biz nerelerdeydik? O, cümlelere sığdıramadığımız hasletlere malik olan bu insanlarımız, etrafımızda sağ-salim dururlarken; o, aydınlatıcı yürüyüşlerinden insanları neden bîhaber etmiştik? Onlar ölünce mi iyilerden, Salihlerden oldular? O insanlarımız, dünyadaki hayatlarını sürdürürken numune sözlerini ve amellerini görmezden gelip rafa kaldırıyor ve hatta toprağa gömüyoruz. Ve sonra… Onlar toprakla yüz-göz olduklarında raflara kaldırdığımız ve toprağa gömdüğümüz o imtisal numuneleri ifşa ediyoruz. Bu ne yaman çelişkidir böyle! Bulunduğumuz şehirdeki bir radyo frekansında gerçekleştirmiş olduğum ‘Salihlerle Yürümek’ isimli programın muhtevası; Peygamberler, sahabeler ve mücadele ehli önder Müslümanların hayatını ele almak, konu edinmek şeklindeydi. Çok kıymetli ve sözüne hep değer verdiğim bir ağabeyim: “Ölmüş Salihleri değil, yaşayan Salihleri konu edinsen daha iyi olur. Yaşayanlar ve aramızda olanlar bize daha muhlistirler.” şeklinde bir teklifte bulunmuştu. Hakikaten o ağabeyim doğruyu söylüyordu. Dünyadan göçmüş olanlarımızın, hayat ve tecrübe anlamında, aramızda bulunanlar kadar bize verecekleri pek fazla şeyleri olmasa gerek.

Bahaddin Yıldız ağabey vefat edince, onun Afganistan sevdası, o sevdaya dönük gayretleri, mücadelesi, yazdığı eserleri hep anlatılıp duruldu tanıyan yarenleri tarafından. Sağ olsunlar, var olsunlar. Elbette ki böylesi bir değerimiz, insanlar ve özellikle de Müslümanlar tarafından tanınıp bilinmeli. Ama canım ağabeylerim/canım kardeşlerim, neden Bahaddin ağabeyimiz hayattayken suskun durdunuz? Neden onun göçme vaktini beklediniz? Neden benzersiz bir Afgan mücahidini, onu bilmeyenlerden/ tanımayanlardan gizlediniz? Müslüman, Müslüman’a sitem eder. Zira nazımız birbirimize geçer… Şu söyleyeceklerim, bir rica ve teklif olarak kabul edilsin lütfen: Bundan böyle, cümle Değerlerimizin ve Salihlerimizin daha aramızdayken kadr-u kıymetlerini bilelim ve numune teşkil eden bütün meziyetlerini insanlığa sunalım. Gazetelerimiz, dergilerimiz, radyo ve televizyonlarımız bunu pekâlâ yapabilir. Temennim odur ki, gizli-saklı kalmış bütün değerli şahsiyetlerimiz gün yüzüne çıkarılsın ve onlardan istifade edebilmemize vesile olunsun.

Ahmed Bekâr kardeşimiz, bir Gemi Yareni olarak şu an hayatta ve inşaAllah en kısa zamanda eski iyi ve sağlıklı günlerine dönecek. Belki o da Rabbine yürüyenlerden olsaydı, aynı akıbet onun için de geçerli olacaktı. Yani onu hep iyilikleriyle yâd edip anlatacaktık. Nasip, kısmet o ki, daha şehadet vakti gelmemiş kardeşimize. And olsun ki, Ahmedim hayatta olduğu müddetçe onu Gemi Yareni, Gemi Fedaisi olarak anacağım ve anılması için gayret sarf edeceğim.

Rabbul alemînden niyazımız, bu kutlu İslam davasının fedakâr erlerinin niteliğini ve niceliğini artırsın ve topraklarımızın şehidlerle bereketlenmesi için yeni yeni yollar açsın. (Âmin.)