10 Ocak 2009 Cumartesi

Gazze’den Ümmet’e En Büyük Hediye, Vahdet!..











Ne zaman zalimler /kâfirler, beldelerimize sadırsalar, ekinlerimize kast etseler; işte o zaman biz müminler uyanırız, ayağa kalkarız, diriliriz, direniriz, haykırırız, ağıt yakarız, zalime lanet okuruz. Ama bu hal, hep zalimler ayağa kalkınca, atağa geçince, hep küfür tuğyan edince olur! İlginç değil mi?

“Ey müminler, sabırlı olunuz, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakınız, sürekli savaşa hazırlıklı olunuz ve ALLAH'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Ali İmran Suresi, 200. ayet) Bu ayetten yola çıkarak, müminlerin sürekli teyakkuz halinde olması gerekmez mi? Uyanışımızı, direnişimizi her zaman küffar mı tetikleyecek? Taze ve diri kalmak, imanımızın gereği değil mi? Müfessirlerimizin geneli, bu ayetteki ‘sürekli savaşa hazırlıklı olunuz’ cümlesini, sıcak savaş halindekiler için kullanmışlardır. Günümüze getirdiğimizde, inananların her halükarda, düşmanlarına karşı mukavemet etmelerini anlamalıyız. Onların ürünlerini kullanmamak, onların güçlerini sıfırlamak için gereken her şeyi yapmak durumundayız.

Bizim beldelerimizi hedef alan işgal ve istilalar, bizi bize, bizi dize getirir. Hep mukavemet, hep savunma merkezli olur tavırlarımız…

Zulümatın bu denli koyulaşması ve zalimlerin bu sınır tanımamazlıklarında hayır mı, yoksa şer mi aramalı? Toprağın damarlarına, kanlarıyla hayat vererek tanık olmanın destanını yazanların gidişlerine, bize uyanış aşılamalarına, bizi hayırda, zalime karşı kahırda birleştirmelerine ümit penceresinden bakıyoruz. Şehitlerin Hakk katında diri olduklarına olan inancımız, sonsuzdur. Mevt toprağı serpilmiş ve hantallaşmış bedenlerimizin, yüreklerimizin, zihinlerimizin teyakkuza geçmesine seviniyoruz. İslam’ımızın nişanelerinden birisi olan Kudüs’ümüzün, rahmet ve bereket damıtan toprağının bir kez daha, bin kez daha işgalle imtihanı, yüreklerinde imanın kardeşlik devşiren yüzünü taşıyanları, sarsarak uyandırmaktadır.

Vahdet kapısının tekraren aralanmasından ötürü, hayır umuyoruz zalimlerin zulmünden. “Hoşlanmasanız da savaşma size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Doğrusu ALLAH bilir, siz bilmezsiniz.(Bakara Suresi, 216. ayet)” Bu kerim ayet mucibince, Gazze işgalinden, şehit düşen ana, baba, evlatların kanlarından; yerle bir olan meskenlerden hayır temenni ediyoruz. Yerlerin, göklerin ve her ikisi arasındakilerin yegane sahibi olan ALLAH Azze ve Celle, zalimlerin hesaplarını ters-yüz etmeye muktedir değil midir? O’nun hesabı daha derin ve azabı çok çetin değil midir? O bilir, biz bilmeyiz!

Nuh kulunu, tufan imtihanından gemiyle kurtaran, O’dur. Musa kulunu, firavun ordusundan Kızıldeniz vesilesiyle felaha erdiren, O’dur. İbrahim kulunu, ateş çemberinden Gülistan’a çıkaran, O’dur. Yusuf kulunu, karanlık kuyudan Mısır’ın sultanlığına taşıyan, O’dur. MUHAMMED kuluna, putlar şehrini Tevhid merkezi yapan ve medeniyetin beşiği kılan, O’dur… Tüm bunlara mukabil, Âdem kuluna, imtihan olarak oğul Kabil, yani katil; Nuh ve Lut kullarına, davetlerini bir türlü kabul etmeyen eş ve oğullar; İbrahim kuluna, putperest bir baba; MUHAMMED kuluna, davetin ilk anlarından itibaren en büyük düşman ve hasım kesilen amca Ebu Leheb, yenge Ümmü Cemil ve nasipsiz Mekke halkı verilmiştir. (Selam olsun tüm ALLAH Elçilerine.)

Tarih boyunca, her şey zıddıyla kaim olmuştur ve dünya dönüşünü devam ettirdiği müddetçe, bu ezeli hakikat de tazeliğini koruyacaktır. Bennaların, Kutupların, Udehlerin hakkına, Abdunnasırlar; Şeriatilerin, Beheştilerin, Mutahharilerin, Humeynilerin hakkına, Şahlar; İslambulilerin hakkına, Sedatlar; Hamaların hakkına, Esadlar; Şamillerin, Dudayevlerin, Hattapların hakkına, Moskoflar; Şikakilerin, Ayyaşların, Yasinlerin, Rantisilerin, Reyyanların hakkına, Şaronlar, Olmertler; Filistin’e İsrail; Çeçenya’ya Rusya; Irak’a ABD; Keşmir’e Hindistan… düşecektir.

Türkiye sathında, Tevhidin diriltici soluğuyla hayat bulan nice muvahhidler de, 12 Eylüllerle, 28 Şubatlarla vs. vs. vs. sınanacaklar ve sınanıyorlar. Zafer, Hakkın yanında olanlarındır. Yok ve mağlup olmak küffarındır, zalimindir, tuğyanındır.

Ve işte Gazze… Bir kez daha uyandık ve bir kez daha Vahdet’in sıcak kollarında bulduk kendimizi, benliğimizi, kimliğimizi… Grup, klik, cemaat, parti, mezhep vs. farkı gözetmeksizin, ALLAH’a ve Rasulüne iman edip kardeş olma şerefini tüm hücrelerinde taşıyan Müslümanlar, Gazze hattında Vahdet oldular, Vahdet olduk elhamdulillah.

Yardımlar Gazze’ye, dualar Gazze’ye, eylemler Gazze’ye, boykotlar Gazze’ye… Gazze biziz, biz Gazzeyiz. Dünyanın uzak bir yerindeki, Müslüman bir kardeşimizin ayağına diken batsa, o diken, bizim canımızı da acıtır. Bu bir Hattab oğlu Ömer öğretisidir. (Selam olsun ona ve tüm Peygamber dostlarına.) Kardeşleri yanarken, umarsızca yatma zilletini gösterenlerden olamazdık ve olmadıkta nitekim. Rabbimizden bu şahitliğimizi kabul buyurmasını, niyaz ediyoruz. (Âmin) Müminler, bir olmazlığa düştükleri vakit, hep birlikte onu def etmek için yürürler. (Şura Suresi, 39. ayet) Ve bunu Gazze imtihanında, en bariz şekliyle görüyoruz. Bu sıcaklığın, bu kardeşliğin, bu boykotun, bu bitmek-tükenmek bilmeyen dualarımızın, Ümmetin genelinde gündem tutmasını diliyoruz Rabbimizden. (Âmin)

Bir Şubat ayına daha girerken, ne Şubatların, ne de Eylüllerin uğursuzluklarının, yıldırmalarının ve korkutmalarının Ümmetin Vahdetine halel getiremeyeceğini nasipsizlere haykırıyoruz; sesimizi onlara duyur Rabbimiz! (Âmin)

Gazze imtihanıyla bizi Vahdet kılan Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Sözlerimizi, bir soruyla noktalamak istiyoruz: Gazze’den Ümmete en büyük hediye: Vahdet… Peki, biz bu hediyenin farkında mıyız ey Ümmet?