28 Nisan 2008 Pazartesi

Okumalarımıza Dikkat Edelim!

“Okuyamıyorum”, “Vaktim yok”, “Bunları, okuyacak adam lazım”…

Müslümanlar açısından acı verici olsa da, çok kişinin ağzından duyabiliyoruz ister istemez bu sözleri. Okumak gibi erdemli ve hayat verici bir eylemi arka plana atmak, biz “Kitap Medeniyetinin Çocukları” için olası bir durum değil. Evinde, ciltlerce kitabı olan insanların, daha sonra okuma eylemini bıraktıklarını, hazin bir şekilde görebiliyoruz. Kitap okumayı, sadece gençliğinde kuşanan insanlar, hayatlarının diğer safhalarında; yani, iş, evlilik vs. durumlarındayken bırakıveriyorlar. Ve, zamanın yokluğundan, işlerin çokluğundan dem vuruyorlar.

Tanıdığınız, sevdiğiniz ve değer verdiğiniz insanlara, sevdiğiniz bir kitabı, dergiyi vs. tavsiye ediyorsunuz, okumalarını istiyorsunuz. Muhatabınız, “İnan eskisi gibi okuyamıyorum” türünden bir cevapla, bu tavsiyenize karşılık veriyor. Ve siz hayret ediyorsunuz. Neden, eskisi gibi okunmuyor? Neden, okumak gibi, bize ilk emredilen ulvi bir eylem erteleniyor? Nasıl oluyor da, her şeye vakit bulunuyor da, olmazsa olmazlarımızdan olan okuma eylemine vakit bulunamıyor? Kitap, dergi vs. okunulmadığını kabul edelim; fakat Kitabullah’ın bile okunmadığını duyunca, öğrenince ne olmazlıklara düşmüş olduğumuzu içten içe sezinliyoruz. Nasıl ki, su verilmeyen ağaçlar, bitkiler ve bütün tabiat solar, ölür ve kül olur; işte bizler de bu meyanda okumadığımız vakit solar, ölür ve kül oluruz. Çünkü, çok iyi biliyoruz ki, bizler, yani Müminler, “oku” emriyle hayata gözlerimizi açtık, okuduklarımızla hayatı anlayıp kavradık ve okuduklarımızla ayakta durup kendimize ulvi rotalar çizdik. Okumayı bırakmış ya da ertelemiş Müslümanların, hayat damarlarından en büyüğünün ve en önemlisinin koptuğunu söylemek zor değil.

Söz konusu olduğunda, batılı insanların kitapları ellerinden bırakmadıklarını dile getiriyoruz. Ve hatta, takdir ettiğimiz zamanlar bile olmuştur. Ama, işin ilginç tarafı, bu sözlerin sahibi olanlar, kitabı bırakmış olanlardır. Hiçbir kutsalı ve ahirete yönelik bir kaygısı olmayan batı insanının sarıldığı bu “kitabî” hal, bizleri derinden yaralamalıyken, pişkin bir halde dilimize pelesenk olabiliyor. Düşünsenize, vücudunuza hayat veren kan, damarlarınızdan artık geçemez oluyor ve tazelenemez duruma geliyor. Ne olur bu durumda insanın hali? Elbette ki, ölüm olayı gerçekleşir. İşte, dimağımıza, zihnimize ve yüreğimize hayatı pompalayan, aktaran ve damarlarımızdan geçen kanın türevi, okuduklarımız, anladıklarımız ve kavradıklarımızdır. Rasulullah aleyhisselatu vesselam’ı titreten ve korkutan olay da okumaktan gelmiyor muydu? Üst üste gelen “oku” sözlerine, yüreğinin en kılcal hücreleri, titrek cevaplar vermemiş miydi? Ondan bize kalan en büyük miraslardan birisi ve belki de en önemlisi okuma eylemidir. Okumaktan kastımız, elbette ki salt kağıt parçalarından vücut bulmuş ve matbaadan geçmiş şeyler değildir. İçerisinde, okuyanlara hayat verici düsturlar bulunan, okuyanları her vakitte dirilten, onların bilincini tazeleyen, onlara yaşama mebni halleri doğuran bir eylemdir, okumaktan anladığımız... Bu sözlerimize, daha fazlası eklenebilir.

Okuma eylemini sürdürenlerin genellikle genç kesim olduğunu görüyoruz. Ve tabi bu olayı sorguluyoruz, neden gençler okuyor sadece? Neden, iş hayatında olmayan, çoluğa çocuğa karışmamış ve hayatın bütün evreleriyle tam olarak karşılaşmamış insanlar, yani gençler hep kitaplarla, dergilerle vs. meşgul oluyor? Gerçi, artık öyle bir hal aldı ki, gençlerimizin bile oku/ya/madıklarını, okullarını, derslerinin fazlalığını ve yoğunluğunu sebep olarak sunduklarını görüyoruz. Biz bu durumu görmezden gelerek ve istisna sayarak, gençlerin okuduklarını varsayıyoruz yine de. Hayatın birebir içinde olan yetişkin insanlar, bu hayat içerisinde yol alırken, kendilerine her anlamda yardımcı konumunda olan okuma eylemini neden bırakırlar? Okumak, hem öğretiyor hem de muhkem kılıyor. Yani, okumak hayatımıza birebir etki ediyor ve katkıda bulunuyor. Muhakkak okuduklarımızın türü, çok önemlidir. Okumak sorumluluk aşılıyor muhatabına aslında. Diyebiliriz ki, okuma eyleminin geri planda tutulması ya da ertelenmesi, aslında sorumlulukların ve geleceğin ertelenmesidir.

Yarına dair kaygı ve umut taşıyan Müslümanların okumayı bırakmaları, büyük bir vebale girdiklerinin habercisidir. İş hayatıyla ilgili kitaplar, broşürler, resmi evraklar v.s tereddütsüz okunuyor. Neden? Çünkü, işin sürerliği ve hayatiyeti açısından bunların okunması gerekiyor. Hatta, çalışma hayatında kariyer yükseltmek için açık öğretim fakülteleri okunuyor ve o kalın kitaplar hatmediliyor. Niçin? Kazancın daha daha fazlalaşması için. Evet, bu durumlar mevzu olunca okumak sorun olmuyor. Bilinç altındaki haller ve hisler, gayrî ihtiyarî mezkur şeyleri okunmayı gerekli kılıyor. Mesele gelip hayatı bütünüyle kuşatan “islamla mündemiç” okumaya dayanınca iş değişiyor; ‘vakit olmaz oluyor’, ‘bir ara okuruz’, ya da ‘zaten bunları biliyorum’ sözleri boy gösteriyor. Gerçekten, şöyle dikkatli bir şekilde olay sorgulandığında, okumayanların, “bunlar, yıllardır okuduğumuz şeyler, değişen bir şey yok” sözleriyle kendilerini temize çıkardıklarını görüyoruz. Halbuki, okumak öyle izzetli ve lezzetli bir olay ki, her okuyuşunda insan tazeleniyor; evvelki okuduğunda fark edemediği, kaçırdığı yerler olduğunu anlıyor, “bunları unutmuşum.” diyeceği yerler muhtemelen çıkıyor.

Sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlarla, kardeşlerle bir araya geldiğimizde, konuşmalarımız, muhabbetlerimiz hep okumaktan, kitaplardan vs. yana olurdu. Hatta, şu soru yüreğimizin atışlarına ivme kazandırırdı, hala kazandırıyor da; “Neler okuyorsun/uz?” Yoğun bir okuyuş sohbeti inerdi o anda üzerimize. Herkes, dimağındaki taze ve sıcak bilgileri terennüm ederdi karşısındakilere. Muhabbet öylece uzar giderdi. Bu meyandaki ortamlar, az-çok vardır yine memleketimizde; lakin azınlıkta olsa gerek. Bu güzelliği, bu kavi geleneği sürdürenleri bin yürek dolusu tebrik ve takdir ediyoruz. Şimdilerde bu tür mekanların azınlıkta olmasının altında yatan sebepleri araştırmalı ve eski güzel günlere dönülmelidir.

Başka garipsenecek bir durum ise, teknolojinin büyük getirilerinden/götürülerinden olan internetle ilgili. İnternet kullananlar, forum sitelerini bilirler. Bu tür sitelerde, güzel niyetlerle yola çıkan güzel Müslüman kardeşlerimiz, artık vakitlerinin büyük bir bölümünü, çok büyük gönüller bağladıkları bu sitelerinde/bu mekanlarında geçirmektedirler. Siteleri vesilesiyle duygu ve düşüncelerini sitedaşlarıyla paylaşırlar. Ve bu tür mekanların uğrayıcıları büyük oranda genç kardeşlerimizdir. Özellikle hanım kardeşlerimizin de bu yerleri mekan tutmaları ilgi çekicidir. Artık neredeyse, internetin girmediği ev yok denilebilir. Erkek kardeşlerimiz, iş yerlerinden mekanlarına uğrarlar, hanım kardeşlerimiz de evlerinden. Buraya kadar sorun yok gibi. Bu paragrafın başında da belirttiğimiz üzere, vakitlerinin çoğu bilgisayar başında ve “kardeşlerle buluşma mekanı” diye tavsif edilen sitelerinde geçer. Kitap okumalarını hiçbir vakit bitirmeyen ve aksatmayan kardeşlerimize sözümüz yok. Fakat, çoğu kardeşimizin forum sitesi harici pek bir şeyle uğraşmadığını esefle görüyoruz. Bu internet nimeti, dengeli bir şekilde kullanmadığımız müddetçe bize fayda yerine hep zarar getirecektir. Evet, asıl değinmek istediğimiz husus, internetin okumaları engellenmesidir. İlk bakışta, esasen sitede de hep güzel paylaşımlar okunuyor; ama ilerleyen vakitlerde olay asıl mecrasından kayabiliyor. Yani, okumaları engelliyor siteler. Aynı zamanda, sosyal hayatı da dumura uğratıyor. İnternet ortamında tâ uzaktaki insanlarla/kardeşlerle hemhal olunuyor, bu çok güzel. Çünkü kardeşlik pekişiyor. Fakat gariptir ki, yakınındaki insanlar/kardeşler unutuluyor. Buradaki sözlerimiz, dengeyi aşan ve işin dozunu kaçıranlaradır elbette.

Ez cümle, okumayı tetikleyecek bütün unsurları ortadan kaldırmalı ve emrolunduğumuz üzere, önceki nitelikli okumalarımıza rücu etmeliyiz. Bizi yenilemeyen, diriltmeyen ve titretip ayağa kaldırmayan okuyuşların, bize yararı olmayacaktır. Ne okuyacağımıza ve nasıl okuyacağımıza, derinden dikkat etmemiz gerekiyor. İhtiyaç üzere okumalı ve bütün okunanların paylaşıma sunulmasına gayret edilmelidir.

İşin garip tarafı, bu yazı çalışmasının gayesi, okumayı terk edenlere serzenişten ibaretti. Ama gelin görün ki, bunları, zaten okumayı erdemlice sürdürenler okuyacak. Yine muradımıza eremeyeceğiz belki de. Söylediklerimize eklenecek çok söz var aslında. Ama biz bu kadarını şimdilik kafî görüyoruz. Rabbimizden niyazımız, dergimiz Genç Birikim vesilesiyle, bu nidamız akis bulsun. Sözlerimizi, Rahman, Rahim, Melik, Kuddüs, Selam ve Müheymin olan Rabbimizin, Rasulullah aleyhisselatu vesselam’a gönderdiği “İlk Sözüyle” bitiriyoruz: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.” (Alak Sûresi: 1-5 Ayetler)



25 Nisan 2008 Cuma

Mefkur Hüzmeler

Yanılgılar tarihimizin temelinde, yüksek düzeyde taşıdığımız ve bağlandığımız duygusallıklar yatıyor. Sorumluluklarımızı bir kenara bırakarak, kabuğumuza çekilerek, kapalı yaşamayı seçmek asla bir çözüm değildir.

&&&

Gerçekliğe hiçbir şekilde kayıtsız kalmamak, ancak gerçeği de bir saplantı haline getirmemek gerekir.

&&&

Sorumlulukları ertelemek, umutları ertelemektir.

&&&

Umutlar sorumluluklarla başlar, sorumluluklarla büyür.

&&&

Kalbimiz, ruhumuz, bilincimiz; kaynağını, yönünü, istikametini yitirmemişse eğer, henüz umutlar tükenmemiştir. İyi, doğru, güzel şeyler yapma; iyi, doğru, güzel inşalara yönelme yeteneğimiz, azmimiz, birikimimiz varsa eğer, umutlar var demektir. Bir şeyler yapmıyorsak eğer, bir amacımız kalmamıştır demektir.

&&&

Hayatımız inançlarımız üzerine kuruludur.

&&&

İnançlarımıza sadakatsizlik ederek, hayatımızı yok edemeyiz.

&&&

Temel insanlık değerlerinin; varlığını gerekliliğini, işlemlerini sağlamaya çalışan bir dönemin kapanmak üzere olduğunu görüyoruz.

&&&

Dünyaya ABD ufkundan bakmaya mecbur ve mahkum değiliz.

&&&

Hayatımızı bir alışkanlığa dönüştürmemeliyiz. Alışkanlıklarımızın sınırlarını aşabilmeliyiz.

&&&

Kimliğimizi ve kişiliğimizi borçlu bulunduğumuz ahlakî ilkelerimizi, temel tercihlerimizi her koşulda sonuna kadar savunabilmeliyiz. Yeni bir ufuk bulmalı, gerektiğinde yeniden başlamanın hazzını ve sevincini yaşamalıyız. Hizip, grup, etnik köken, cemaat çıkarlarına göre yapılan İslamî yorumlar karşısında dikkatli olmalıyız.

&&&

Seslerimizi birleştirerek, seslerimizi çoğaltarak, seslerimizi yükselterek, radikal başlangıçlar yapabilmeliyiz.

&&&

Daha yüksek bir sorumluluk düzeyine, daha yüksek bir bilinç düzeyine ihtiyacımız var.

&&&

Kendilerini, geleneksel duvarlar içerisine hapseden toplumlar, tarihsel değişimlere, yeniliklere ve yenilgilere ilgi duymaz, bu gelişmeleri merak etmezler. Dünyada olup bitenleri anlamaya çalışmak ve merak etmek de bir hayatiyet ve hareket belirtisidir.

* Atasoy Müftüoğlu’nun Küresel İhtiraslar ve Küresel Kuşatma isimli eserinden derlenmiştir. Derlemelerimiz devam edecek.

2 Nisan 2008 Çarşamba

HAL İDRAKİ

Çağa seslenmek, kuşatıcı olmak ve her kesime sesini duyurmak adına hayati tavizler verilmektedir.

Ne pahasına olursa olsun, can-damar öğretilerimizden kopuk bir hayat yaşayamayız.

“Her can ölümü tadıcıdır.” [1] emr-i ilahisi mucibince, bütün bir hayatın hesabı, inceden inceye verilecektir her şeyimizin Sahibine.

Tavizin tavizi, yanlışın yanlışı getirdiği apaçık ortadadır. O halde, hallerimizi enine boyuna masaya yatırıp tahlil etmeliyiz.

Neme lazımcılığın, boş vermişliğin sarpa sardığı bir zaman diliminde, değerlerimizi en ayrıntısına kadar korumak durumundayız.

Malayani ve günübirlik gündemlerle, toplumu oyalama ve insanları tek-tipleştirme çabalarından başka gayesi yoktur medyatörlerin… Ne gariptir ki, insanlarımız, araştırmaksızın ve şüphe duymaksızın inanırlar, bu fısk[2] fışkıran güruhlara!

Kendi gündemlerimizi oluşturamadığımız sürece, sesimizin ve nefesimizin kısır kalacağını bilmeliyiz. Ve yine bilmeliyiz ki, ‘gün’ler içerisinde nihayetinde Hakk ‘dem’ vuracaktır. O müjde, dimağımızdaki çerağımızdır; “ … Allah nurunu tamamlayacaktır.”
[3]

Temel dinamiklerimizi gözden geçirme vakti gelmiştir ve hatta geçmektedir. Üzerinde bulunduğumuz haller, bizlere şahitlik edecektir yevm-i mahşerde. Şehadet vaktinde, yüzümüzün ak çıkması için; karanlık hallerden, mekanlardan uzak durmak ve aydınlığın gülümseyen çehresine kanat açmak yegane derdimiz olmalıdır.


Tekraren kendimize dönme ve kendimiz olma hallerini yaymalıyız çehremize ve çevremize. Ne zamanki, teslimiyetin ıspatı olan temsiliyetimizi öteledik, işte o vakit içten içe vehn[4] sardı dört bir yanımızı.

Ne kötüdür, üç günlük dünyayı, sonsuz hayata tercih etmek…

Ve ne güzeldir, yalan dünyanın oyun ve eğlencesinden sıyrılıp, mükafat gününün bitip tükenmez nimetlerine göz dikmek…


Kendi niteliklerimizi ve değerlerimizi çağın idrakine sunmak çabasında olmalıyız. Hayatımızı, ince bir ‘tevhid süzgeci’nden geçirmemiz icab ediyor.

İrili - ufaklı her halimizi, gözlerimizin önüne getirmemiz gerekiyor. İdrak ettiğimiz hallerimiz, bizi, soylu bir muhasebeye yöneltmeli ve bu muhasebe sonucunda, bizi bize getirmelidir. Bu kendimize gelişimiz, inanç tasavvurumuzu imar etmeli ve bizi herdem yeniden dizayn edecek bir inşa bilincine sevk etmelidir.

Böyle bir donanımla gün yüzüne çıkan iman erleri, kuşandıkları bu Sevdayla çağlara damgalarını vuracaklardır. Rabbimiz bahtlarını açık kılsın bu kardeşlerimizin.

İyi haller kuşanmayı nasip etsin Rabbimiz bizlere daimen ve Ümmeten…


[1] Enbiya Süresi: 35. ayet
[2] İsyan, Allah'ın emrini terk, hak yoldan çıkma, günah işleme tohumun kabuğunu delip çıkması. Fısk sahibine Fasık denir. (Şamil İs.Ans.)
[3] Tevbe Süresi: 32. ayet
[4] Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamak. Ebu Davutta geçen Vehn hadisine bakılabilir.