10 Şubat 2009 Salı

Verme Bilinci


Zamanımız, varlığımızın tümünü, maddi-manevi, Rabbe adamak, Rabb yolunda harcamak zamanıdır. Elbette, her çağdaki müminler bu sorumluğu üzerlerinde taşırlar. Herkes zamanından sorumludur; zamanını iyi okumak ve vahyin potasından geçirmek durumundadır. Müslümanların malî planda ilerlemeye başladıklarından sonra, Allah yolunda yavaşlamaya, dökülmeye ve sendelemeye yüz tuttuklarını, içimiz burkularak görüyoruz. Denge mekanizmasını bir türlü yakalayamayanların, tekrar tekrar vahyin sözlerine kulak kabartmaları gerektiğini düşünüyoruz. Bu sözlerimizden olarak infak konusuna değinmek istiyoruz. Maddi durumu ne olursa olsun her Müslüman’ın kazancının belli bir bölümünü Allah için vermesi/harcaması gerekir. Kazancımız ne olursa olsun, onu infakla/zekatla temizlememiz icap eder. Bu bilince eremeyenlerin işlerinin hiçbir şekilde düzelmeyeceğine inanıyoruz. Türkiye sathında düşündüğümüz vakit, asgari ücretle çalışan bir insanın bile infak boyutunda verecek bir şeyleri vardır ve olmalıdır. Durumum iyileşsin ondan sonra veririm, zihniyeti hep erteleme ahlakını doğuruyor ve gariptir ki, durumlar bir türlü iyileşmiyor. Şu halde, iman sahibi her bir fert inancını kuvvetlendirmek ve maişetini bereketlendirmek için vermeyi öğrenmeli, verme bilincine ermelidir.

Bugün Müslümanların geldikleri konum itibariyle infak etmeye, zekat vermeye çok müsait olduklarını görebiliyoruz. Kendileri milyarlık, trilyonluk servetler içerisinde yüzerken çalışanlarına asgari ücreti layık görenler için “Allah affetsin” duasında bulunmayı uygun görüyoruz. Filistin, Çeçenistan, Afganistan, Irak… vs. halkları Müslüman olan beldelerdeki mazlum ve mustazaf halde olan, durumları açlık sınırına dayanmış, sağlık şartları olabildiğince elverişsiz, yurtları/ haneleri işgale uğramış insanlara ellerini uzatmayanların halleri nice olur? Allah için ve dini uğruna verilen bir kuruşun Rabb katında nasıl derecelendiğini aşağıda göreceğiz, fark edeceğiz ve kavrayacağız.

Hayat Kitabımızda, Bakara Sûresinin 261 ila 280. ayetlerde hep infak/sadaka/zekat konularının ele alındığını görüyoruz. Ard arda yirmi ayette infak hususunun üzerinde durulması hakikaten düşündürücüdür. Biz, bu ayetler kümesinden yalnızca birini alıp bu yazımızı o ayet üzerine bina etmek istiyoruz:


“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tane'nin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.” (Bakara: 261)

Muhakkak ki ekonomik görüşleri tamamen değişmedikçe insanlar ahlâkî bir sebeple malî fedakârlıklarda bulunamazlar. Servet biriktirmek için yaşayan ve ölen, her şeyi kâr ve zarara göre değerlendiren materyalistlerden, yüce bir amaç uğruna bir şeyler harcamaları beklenemez. Hatta onlar soylu bir gaye uğruna harcama yapıyor görünseler bile, gerçekte bunun kendilerine, kabilelerine veya uluslarına neler kazandıracağını hesaplamakla meşguldürler. Bu tip bir kafa yapısıyla Allah yolunda bir adım bile ilerlemek imkânsızdır. Allah kelâmını yüceltmek için kişi, dünyevî bir kazanç veya kayıp söz konusu olmaksızın tüm hayatını, servetini ve enerjisini harcamalıdır. Bu yol, geniş bir görüş açısı, büyük bir cesaret, geniş bir kalp ve her şeyin ötesinde Allah rızasını kazanmak için samimi bir istek gerektirir. Bundan başka materyalist ahlâkı kaldırıp, yerine manevî değerleri koymak için, sosyal sistemde de köklü değişiklikler yapmak gerekir.

İlâhî ilkelere uygun şekilde ve Allah rızası için harcanan her şey, kişinin kendi ihtiyaçları veya akrabalarının ihtiyaçları için, kamu yararına veya İslâm'ı tebliğ için, ya da cihad için harcanmış olan her şey, Allah yolunda harcanmış demektir.

Allah'ın sınırsız kaynakları olduğu ve O her şeyi bildiği için, kişi Allah yolunda harcarken ne kadar samimi ve istekli olursa, Allah'tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır. Kişi, bir tohumdan yedi sekiz yüz dane üreten Allah'ın, yapılan iyilikleri de yedi yüz misli ile mükâfatlandırmaya kadir olduğuna kesinlikle inanmalıdır.

Bu gerçeği gözler önüne serdikten sonra, bu bağlamda Allah'ın kaynaklarının sınırsız olduğunu ve O'nun amelleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırabileceğini göstermek ve O'nun her şeyi bildiğini, neyin hangi niyetle harcandığından habersiz olmadığını göstermek amacıyla, Allah'ın iki sıfatı özellikle zikredilmiştir. Bu nedenle kişinin hak ettiği mükâfatı kaybetmesi söz konusu değildir.

Yerleştirilmek istenen ilke, farz ve sorumlulukla başlamayıp insanın yapısındaki canlı tepki ve duyguları harekete geçirmek suretiyle yakınlık ve teşvik havasıyla başlıyor. Ayet-i Kerime, hayattan, hareketli, gelişmekte olan, verimli ve cömert bir tablo sunuyor; ziraat tablosunu, toprağın aracılığıyla Allah'ın hibesini gözler önüne seriyor. Çünkü ziraat, aldığından fazlasını verir, mahsulünü tohumuna kıyasla kat kat fazla veriyor. İşte bu canlı manzara, mallarını Allah yolunda infak edenlere örnek olarak sunuluyor: "Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tane'nin örneği gibidir."

Bu ifadeden zihnimizde, matematiksel bir işlem olarak bir tek tanenin yedi yüz taneye katlanması anlamı çıkmaktadır. Ancak ifadenin sunduğu canlı manzara bundan çok daha kapsamlı ve güzel, duyguları harekete geçirmesi ve vicdanları etkilemesi bakımından daha büyüktür. Bu, gelişen hayat sahnesidir... Canlı tabiat sahnesidir… Cömert ziraat sahnesidir... Sonra bitkiler âleminden harika bir sahnedir; yedi başak taşıyan bir sap ve yüz taneyi içeren bir başak...

Ayet-i Kerime, cömert ve gelişen hayat kervanında beşer vicdanını Allah yolunda harcamaya ve vermeye yöneltmekte, onlara, aslında vermeyip aldıkları mallarında herhangi bir eksilme söz konusu olmadığını, aksine arttığını göstermektedir. Böylece verim ve gelişme dalgası yoluna devam edip, ekin ve ürün sahnesinin coşturduğu duyguları kat kat arttırmaktadır. "Allah dilediğine kat kat arttırır..." Sayısız ve hesapsız derecede arttırır. Sınırını hiç kimsenin bilmediği rızkından ve kapsamını hiç kimsenin kavrayamayacağı merhametinden kat kat verir.

"Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir." O geniş lütufludur; kullarına verdiklerini kısıtlamaz, kesmez ve kurutmaz... Bilendir; niyetleri bildiği gibi kalplerin derinliklerinde gizlenenleri de bilir. Hiçbir şey O'na gizli değildir... Ancak, gelişen ve çoğalan infak hangisidir? Yüce Allah'ın dünya ve Ahirette dilediğine arttırdığı hangi ihsandır? İnsanî duyguları yüceltip kirletmeyen infaktır, kimsenin onurunu rencide etmeyen ve duygularını tırmalamayan infaktır... Özveriden arınmışlıktan ve yalnızca Allah'ın rızasına yönelik olarak verilen infaktır...

Tüm bu sözlerin yanında Müslümanların ekonomik kriz bahaneleriyle infaktan uzak durmaları ne ile ifade edilebilir? Vicdanî ve ahlakî krizler ayyukta iken, maddiyatı dert edinmenin anlamı nedir? Başımıza gelen kötü hallerin, kendi ellerimizle yaptıklarımızdan ötürü olduğunu bilmez miyiz? İşte, iyi haller için, kazandıklarımızı temizlemenin, bereketlendirmenin vaktidir bu an! Şu üç günlük, geçici âlemde insana sunulan tüm nimetlerin ücretsiz ve karşılıksız olarak verildiği aşikârdır. Bunların hepsinin üstüne, mayası çamur olan ve pis bir sudan yaratılan insandan istenilen yalnızca; yaratan, rızık veren, hükümler vazeden, Rabb olan Allah Azze ve Celle’ye hakkıyla kulluk etmesidir. Bu kulluk müessesisin en önemli şubelerinden birisi de, infaktır. İnfak damarını yaşatabilenler hakk katında ulvi nimetlerle mükâfatlandırılacaklardır.

Canını Rabb yolunda verenler de, düştükleri toprağın damarlarına hayat pompalarlar, o toprak bereketlenir. Aziz İslam’ın, hayatın tüm hücrelerine nakşolması için canlarını feda edenler, arkalarında taze filizler bırakırlar. Onların misali yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tane'nin misali gibidir. İhsanı bol ve her şeyin ilmi kendinde olan Rabbimiz, İslam yolunda can veren, kanlarıyla arzda fidanlar yeşertenlerin iyiliklerini kat kat artırır. Onlar vermeyi öğretirler; en kıymetli varlığımız olan canımızı, Sahibine en güzel yolla, Şehadetle vermeyi… Onlar, vermenin muallimidirler…

Verdikçe çoğalmanın bilincini bize aşılayan Rabbimize sonsuz hamdler olsun. Kitabımız ayet ayet hayat örmektedir. İş bunun fevkinde olabilmek… Büyümek için, almak için ve artmak için vermeyi kendilerine ders edinenler kazanacaklardır. Kilometrelerce uzaklarda bizlere gözlerini diken masum, mazlum ve garip kardeşlerimizi ne zamana kadar daha bekleteceğiz? Onların bize baktığını bilmememize hacet mi var? Ve yakınlarımızdakiler de bize bakar. Onlar öyle ki, istemeyi ar edinirler, yüzleri al al olur. Onları fark edecek erler olmak durumundayız.

Şimdilerde, özellikle Gazze yerle bir olmuş durumdadır. Evler, iş yerleri, okullar, hastaneler, ibadethaneler vs. yok olup gitmiştir. Gazze’nin tekrar ayağa kalkması için, hükümetlere mi bırakacağız işi? Bizim gücümüz yetmez mi diyeceğiz? Halbuki yukarıda okuduğumuz ayet-i kerime’de Rabbimiz, verdiklerimizin yedi başaklı bir dane misali olduğunu ve her bir danenin içinde yüz başak bulunduğunun haberini veriyor bize. Bu ayetin hikmeti, bugün zuhur ediyor işte. O vakit, bizim ihlaslı bir şekilde verdiğimiz ufak bir şey binlere tekabul ediyor. Nice binler, Gazze’yi tekrar oluşturmaz mı dersiniz? Benim inancım oluşturacağı yönündedir.

Müslümanlar olarak yine seyirci mi kalacağız? Hani bir kardeşimizin ayağına batan diken, bizim canımızı da acıtacaktı? Gazze’yi inşa etmek, biz iman erlerinin vazifesidir. Hükümetler de bu işi üstlenmişlerse eğer, onlara ‘siz geri durun’ diyecek değiliz elbette. Ama sorumluluğumuzu ertelemeyeceğiz. Dişimizden, tırnağımızdan artırıp Gazze’nin dirilmesine katkıda bulunacağız. Bütün bunlar için, infak erlerine çağrımız var. Rabbin buyruğuna halisane uymak isteyenleredir davetimiz. Allah rızası için, kardeşleri için canını ve malını ortaya koyacak erler buyursunlar!

Duamız, o erlerin safında olabilmektir.


Faydalanılan Eserler:

Tefhimu'l-Kur'an - EBU'L - A'LA EL MEVDUDİ
Fizilal'il Kur'an – ŞEHİD SEYYİD KUTUP