13 Ekim 2009 Salı

İKİ FECR ARASINDA’YA DAİR


Muhterem Mehmed Alagaş ağabeyin bir kitabını daha hayırlısıyla, düşünerek, dikkat ederek ve tefekkür sınırlarında gezinerek tamamlamış bulunmaktayım. Yine dikkate değer, yine üzerinde durulması ve tartışılmaya açık mevzulardan bahisler açılmış. Benim özellikle dikkatimi çeken ve değinmeden geçemeyeceğim birkaç yer var. Bunları nazarlarınıza sunuyor ve soruyorum soracaklarımı inşaAllah.

— Bireysel Müslümanlığın Sorunları üst başlığı altındaki İlişki Sorunu alt başlığında geçen şu sözünüzü ele alalım: “Meseleye bu İlahi gerçeklikte yaklaştıkları için, kendilerini büyütüp yetiştiren ancak İslam üzere ölmeyen babalarının dahi namazını kılamayan, babalarına rahmet okuyamayan ve babalarını bu buruk üzüntü ile defneden kardeşlerimiz bulunmaktadır.” Bu düşünce, bu yaklaşım eskiye nazaran şimdilerde çok az muhatab bulur. Eskiden kastımız, 15-20 evvel. Yani bu yılların içine, kitabın yazıldığı-yayınlandığı tarih de giriyor. Babalarının cenaze namazlarını dahi kılamayan Müslümanlar, insanlara nasıl bir tebliğde, nasıl bir öncülükte bulunacaklar? Cenaze ki, insanların en ciddi ve en hassas oldukları andır. Ve mevtanın bütün kötü hallerinin unutulduğu, tümden iyilik menbaı haline getirildiği zaman dilimidir. Dışarıdan bakanların bu gözle değerlendirdiği bir meseleden siz fersah fersah uzak olursanız, kazancınız ne olur acaba?

— İslami Gelişmenin Sorunları üst başlığındaki Tebliğ Sorunu başlıklı bölümde: “Genellikle Müslüman olduklarını iddia eden bu politikacıların, topluma yönelik dünyevi vaadleri ise dün­ya yaşantısını adeta cennete çevirecek vaadlerdi! Oysa değil bu toplum, canlarını dişlerine takarak uzun yıllar mücadele eden asr-ı saadet dönemi Müslümanlar dahi, vaad edilen böylesi refah ve rahatla karşılaşmamışlardı! Her şeye sahip ve her şeye kadir olan Rabbimizin bile insanlara böylesi dünyevi vaadleri yoktu! Dünya hayatı, imtihan, meşakkat ve mücadele hayatıydı.” diyorsunuz. Bu nokta, bu söz hakikaten çok önem arz ediyor. Meseleye bu pencereden bakmak ve insanların ne hale geldiklerini-ne hale getirildiklerini fark etmek zor değil. Saadet asrının nadide insanlarına bile sunulmayan dünyevi saltanatlar, -sizin tabirinizle- rezalet asrının silik, neidüğü belirsiz insanlarına sunuluyor. Bu ne yaman çelişki ve bu ne yaman aldatmadır! Müjdeleyerek uyutma yerine, tehditle uyandırmak demişsiniz. Tehdidin dozajı nasıl ve ne kadar olacak? Tehdit ederken, marjinalleşme yaftası ya da insanları dinden soğutma sorunu peyda olma ihtimali var. Nasıl bir dozaj, nasıl bir dil ve nasıl bir tavır? Elbette ki Nebevi Metoda göre diyeceksiniz belki; peki o vakit, günümüzde nasıl olacak bu?

— Son olarak, mikro-makro ve tavan-taban tanımlarını bolca kullandığınız bölümler, özürle itiraf edeyim ki, bıkkınlık getirdi. O bölümleri okurken neredeyse fenalaşıyordum. Zira çok kullanmışsınız ve ifadenizi kolaylaştıracak başka sözcüklere gitmemişsiniz. Bunu da belirtmeden geçmek istemedim. Özellikle İslami Gelişmenin Sorunları üst başlığındaki Hedef Sorunu alt başlığındaki cümlelerinizde vardı bu.

Ufuk açan, Tevhidi bir bilinç ve tavır taşıyan tüm eserlerinizden ötürü Rabbimden temennim ve duam; size mağfiret etmesi, ebedi mükâfatlara müsteğrak kılması, naim cennetlerinin taliplisi eylemesidir. Rabbim, ilminizi ve ufkunuzu açsın, derinleştirsin, isabet ettirsin. Allah Azze ve Celleye emanet kalmanızı diler, bizlere de dualarınızı göndermenizi istirham ederim.

4 Ekim 2009 Pazar

İŞARET YAZILARI’NA DAİR


- Kitap ve dolaysıyla konular, hala güncelliğini koruyor; Rabbim razı kalsın yazarından ve onu mağfiretinde konaklasın. Zaten okuduğum/bitirdiğim her kitabın son cümlesinin ardından yazarına muhakkak dua ederim, Allahım’ın razı olmasını dilerim ondan.

- Tekfir meselesiyle ilgili yaklaşım ve düşünceler çok güzel. Özellikle malum konunun son cümlesi takdirlik: Sonuç malumunuz! Onları İslam’dan, kendilerini de insanlardan tecrit etmiş oldular. Meselenin aynı mahiyette ve değişmeden yürümesi Müslümanlar adına çok acınası bir durum.

- Bilgi Koması başlıklı yazıdaki, “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, yaptıklarınızdan ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızdan hesap vereceksiniz.” ipince sorgulayıcı cümle beni epeyce düşündürdü. Normal bir okuma sergilediğimiz için doğal olarak bu cümleden ve o iki satırlık uzunca noktalardan (……….) sonra kaldığımız yerden devam ettik. Fakat noktaların hemen sonrasında ard arda dizilen soru cümleleri, bizi tekrar o cümleye dikkat kesilmemize sebep oldu! Ve hakikaten çok önemli ve önemli olduğu kadar da hayati bir husus dile getirilmişti... Aynı konunun sonlarında, çoğalan kitaplardan ve aynı şekilde bollaşan okumalardan dem vurulmuş. Peki, günümüze gelindiğinde, yığınlarca piyasaya sürülen kitaplara ve bilgi açısından sınırı/kotası olmayan (kitapların da yüklü olduğu) bilgisayarlara bakıldığında, vakaya nasıl bir şerh düşer muhterem Alagaş?

- Haydin Cennete başlıklı yazısında Alagaş, 1981–1982 yıllarındaki hallerine özlem duyduğunu belirtmiş özellikle. Ve kitap, 1990’da baskıya konulmuş. Yazarımız, 8-9 yıl önceki sahip olduğu kimlik ve kişiliğini takdir ederek dile getiriyor. O günlerden yakaladığı kimlik ve kişiliği şimdilerde, yani 90’larda esamesinin olmadığını belirtiyor. O yıllardaki kalbi durumunun daha geniş, daha temiz, daha sıcak, daha yumuşak olduğunu ve kalbi yönelişlerinin de daha samimi olduğunun altını çiziyor… Şimdiye gelindiği vakit, kitabın yazıldığı tarihten ya da yayınlandığı tarihten diyelim, yaklaşık 20 yıl geçmiş! Evet, sorum kolay olacak; fakat cevabı da kolay olur mu bilmiyorum: Muhterem Alagaş ağabeyim 90’larda beğenmediği kimlik ve kişiliğine bugünden, 2009’dan baktığında özlem duyuyor mu? Yıllar eskitiyor, yıllar yoruyor, yıllar yoluyor mu insanı acep?

- Sona Son Kala için değineceğim bir yer daha vardı, önceki mektubumda eklemeyi unutmuşum, buraya sıkıştırayım istedim… Diyorsunuz ki orada: “Ayetleri hiçbir zaman tam anlamıyla, Hakkın muradınca anlayamayız. Her verdiğimiz mananın ardında ve ötesinde muhakkak bir anlam daha vardır. Tek bir anlamla yetinmemek ve ‘anladığımızın anlatılmak istenilen’ olmadığını düşünmeliyiz. Defaatle okumalı okumalı okumalı ve anlam üzerinde kafa yormamız gerekir.” Anladığım kadarıyla meramınız bu meyanda. Diyorum ki, şu halde kitabımızı hakkıyla anlamamız ve idrak etmemiz mümkün değil. Zira hiçbir anladığımız Kuranın kendisi olmayacak ve biz dur-duraksız anlamlar çıkarma peşinde olacağız. Hasılı kelam, Kuran’ı anlamaya çalışmaktan dolayı, onu yaşamaya fırsatımız olamayacak! Hayatta gördüğümüz ve şahid olduğumuz rutin(genelde hep aynı, değişmeyen) işlerde-hallerde bile bir olaya aynı gözle, aynı duygu yoğunluğuyla bakamıyoruz. O zaman diyebilir miyiz, bu gördüğümüz ya da anladığımız şeyler, bizim fark edişimizin ötesinde hülasalar taşır? Düzeltin lütfen tasavvurumu…

Son olarak Alagaş üstadıma çok dua ettiğimi ve kendisini Rabbim için çok sevdiğimi, geçen ki mektubumda da belirttiğim gibi, not düşmek isterim. Kayserinin yerel radyolarından olan Birlik FM’de(www.birlikfm.net) Çarşamba günleri saat 19.00’da yaptığım Salihlerle Yürümek isimli programımda, Muhteremin Beklenen Müslümanlara isimli kitaplarından bol miktarda faydalandığımı bildirmeden geçemeyeceğim. İlk kitabı tamamladık, ikinciden devam ediyoruz; dördünü de bitirmeyi umut ediyoruz.

Rabbim nasip ederse, okuduğum tüm kitaplarınıza dair değinilerimi sürdüreceğim. Dileğim odur ki, bu değinilerimdeki maksadım sahihçe anlaşılsın ve gerekli şerh için tarafıma bir şekilde dönülsün.

Sizi Rabbi için çok seven ve üzerinizden dualarını eksik etmeyen bu kardeşinize, sizlerin de dualar biriktirmenizi istirham ederiz. Selametle kalalım inşaAllah…