26 Ağustos 2008 Salı

Bir Ramazan Günü

İki Müslüman genç, bir Ramazan günü fakülteden çıktıktan sonra kaygılı kaygılı yürümeye başlarlar. İftar saatine bir buçuk saat vardı. Ne yapmalı, kime gitmeli, bugün de mi aç yatacaklardı? Küçüklüklerinden beri, yoklukla büyüdükleri için kimselere gitmeyip kendi yağlarıyla kavrulmaya çalışırlardı. Ailelerinden utana-sıkıla istedikleri azıcık harçlıklarıyla, birer ekmek, bir kaç tane domates alarak yurtlarının yolunu tutarlar. Bu arada da, Ramazanı hakkıyla yaşamalarını nasip eden Rablerine şükredip Ramazan üzerine sohbet etmeye başlarlar:- Ne mutlu bize ki, açları daha iyi anlıyoruz, der Muhammed.- Kesinlikle öyle, ne kadar şükretsek ve ne kadar hamd-ü sena eylesek Rabbimize, azdır kardeşim, diye ekler Mustafa.

***

Yurda geldiklerinde iftara çok az bir vakit kalmıştı. Maddi durumları iyi olmadığı için şehir içi otobüslerine de binmiyorlardı. Olsun ne çıkardı, ALLAH rızası için bin bir türlü cefalar, sıkıntılar, meşakkatler çekenlerin yanında yaşadıkları ne idi ki? Dünyanın dört bir yanında olmadık işkencelere dûçar kalan, ALLAH dini uğruna bütün zorluklara göğüs gerenlerin başına gelenlerden daha mı zordu sanki bunlar? Hem onlar biliyorlardı ki; “Öncekilerin başlarına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete girebileceğinizi mi zannettiniz?” diye buyuruyordu Rableri.


***

Azıcık azıklarıyla sofralarını donatarak, besmele çekip iftar dualarını ettiler ve Rablerine hamd edip şükrederek başladılar yemeğe.

***


Yemek dualarını yaptıktan sonra, aynı şekilde hamd ve şükür makamında Rablerine döndüler gençler.Akşam namazlarını huşuyla kıldılar ve namazın sonunda, Mustafa güzel sesiyle "Lev enzelna"yı, yani Haşr süresinin son dört ayet-i kerimesini okudu. Mustafa bitirdikten sonra, Muhammed de elindeki Kur'an-ı Kerim Türkçe Mealinden, okunan ayetlerin anlamını yavaş yavaş, açıklaya açıklaya okumaya başladı. Yaratıcı ve Rızık verici olan ALLAH Azze ve Celle, isimleriyle insanların beynine, hayatlarının bamteline, kendini ve isimlerinin vasfettiği sıfatlarını nakşetmeye çalışmıştır. Hamd olsun Ya Rabbi! Salat ve Selam büyük Önder ve Rehber Rasulün Muhammed Mustafa Aleyhisselam'a.

Bu rahmet ikliminden ayrılmak istemeyen arkadaşlar, daha doğrusu Muhammed ve Mustafa kardeşler, bir müddet tefekküre daldılar. Yoktan Var Eden'in karşılıksız olarak verdiği hayatları, vakitleri insanların hamdsız-şükürsüz geçirdiklerini düşünerek üzülüyorlardı.

Bu gecenin Kadir Gecesine tekabül ettiğinin düşüncesi arkadaşları sarpa sarmıştı. Sevinçten gözlerinin içi ışıldıyordu. Bu gece, tüm benlikleriyle Rablerine döneceklerdi.Bu gece, Rabbi hoşnut etmenin yollarını arayacaklardı.Bu gece, bütün gaflet örtülerini üzerlerinden atıp yalnızca Rableriyle olacaklardı.Çünkü, bu gece bir ömre bedel. Hâyır dolu bir ömrü yakalamanın düşüncesi vardı yüreklerinde. Ne olursa olsun, huşuyla ve huduyla Rabbin huzurunda olmalı ve O'nun katına yükselmenin yolları aranmalıydı; arıyorlardı da.


Evvela, yatsı namazını tadil-i erkan'a uyarak kılarlar ve daha sonra teravih namazını iki rekatta bir selam vererek ve her iki rekat arasında imam Mustafa’nın okuduğu zammı sürelerin mealini okuyarak tefekkür halinde namazlarını ikame etmeye çalıştılar. Bu meyanda süren teravih namazları yaklaşık bir buçuk saat sürmüştü. Kalbleri huzur içerisinde teravih namazlarını bitiren kardeşler, biraz dinlendikten ve abdestlerini tazeledikten sonra Tesbih Namazını kılmak için tekrar Rablerinin huzuruna durdular. İmam Mustafa, üç yüz kere tekrar edeceği "Sübhanallahi vel hamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber" tesbihinin anlamını kısaca açıkladı. Ki, okurken düşünerek ve anlamı kavranarak hareket etmek daha güzel bir davranıştır: "Rabbimiz Sen her şeyden münezzehsin, uzaksın, berisin. Yalnızca Sanadır hamdımız. Biliyoruz ve şahidiz ki, Senden başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur ve Sen her şeyden yücesin, büyüksün." Evet, bunları hatırlattıktan sonra tekbir alıp ikişer rekat olarak ikame edecekleri dört rekatlık tesbih namazlarına başladılar. Adete gökyüzünde kanatlanıp uçar haldelerdi. Onları bu ibadî derinlik içerisinde görenler, onlara gıbta eder ve onlar gibi olmak isterlerdi. Namazı bitirdiklerinde yaklaşık bir saattir Rableriyle beraber olduklarını anlarlar ve tekrar tekrar hamd ve şükür makamında dualarda, niyazlarda bulunurlar Malik olana.

Bu gece, sabah namazı vaktine kadar hep ibadetle, itaatle, tefekkürle, tezekkürle meşgul olurlar. Sahurlarını yapıp Sabah namazlarını da ikame ettikten sonra, derslerinin başlamasına iki saat vardı, bu kalan zamanı uykuyla geçirmeyi tercih ederler. Eğer, dinlenmezlerse, gün içerisinde gereken performansı sağlayamazlar ve dizden düşerlerdi.

***

Bu iki arkadaşın şahsında, cümle ümmetin gençlerinin böylesi ahlakî ve ibadî karakterde olmasını Rabbimizden temenni ediyoruz.

Rabbimiz, kopmak bilmeyen Kulpuna sapa sağlam yapışan Tevhid erlerinden kılsın cümlemizi...

Hiç yorum yok: