30 Eylül 2011 Cuma

AHLAK SAVAŞI


Zaman ilerliyor. Günler günleri geride bırakıyor. İnsan değişiyor, değiştiriyor; dönüşüyor, dönüştürüyor; başkalaşıyor, başkalaştırıyor; kayıyor, kaydırıyor… Her geçen vakit aleyhimize işler hale geliyor. Rengimiz değişiyor, dengimiz değişiyor. Değişecek miyiz, yoksa değiştirecek miyiz? Biz neyiz ve neyin temsilindeyiz? Uçuruma yuvarlanan bir toplum karşısında, yuvarlananların öncüsü mü olacağız; yoksa o uçurumun önüne devasa bir set kurup alçalmanın zıddına ve karşısına yükselmenin yuvasını mı kuracağız? Rüzgarların önünde serpilen mi; yoksa o amansız esen asilere yön veren mi olacağız?

Sevda talibi olmak zor, çetin ve meşakkatli… Mümin yürek, hep cenneti ister, hep cenneti özler ve hep cennetli müjdeler bekler. Böylece heybesine en yüce arzu olan şehadeti ekler. Kimse uzak durmasın ondan, herkes yaklaşsın ona, bîcan kesilmişler onunla canlansın derdiyle, ümit biriktirir mahşere, o yevmu’l kıyamete…

O yürek ki; ahlâksızlığa, ahkâmsızlığa, çirkinliğe, çirkefliğe, zulme, zulmete, isyana ve nisyana karşı durur. Ve yılmaksızın anlamsızlığı tâ alnının çatından vurur. Hep kardeş olmak ister, hep kardeş kalmak... Yanlışlıklar deryasında yüzen nasipsizlere, dosdoğru kurtarıcı bir el olur, el-baş olur. Suskunluklara yelken açmış biçarelere sır olur, sırdaş olur. Çıkmazlar içinde ömür tüketenlere hal olur, haldaş olur. Yalnızlıkları kader bilip solgunlaşanlara yar/yan olur, yandaş olur. Membaını şaşırmış/kaybetmiş sular gibi, garip kalmış bitimsiz arayışçılara yol olur, yoldaş olur. Takati kalmamış, gözlerinden fer gitmiş, dizlerinden derman düşmüşlere kan olur, kandaş olur. Lezzet yoksunu sevdasız canlara, afacanlara, ümitsiz kalmış ve gün yüzü görmemişlere can olur, candaş olur…

Bütün güzellikleri ve dahi ahlâkın en güzelini (ahlâk-ı hasene) yeryüzüne nokta nokta işlemek için, işletmek için toprağımızın ve suyumuzun bereketi; bize can, bize canan olan ve tüm asırların izini sürdüğü müddetçe hayat bulacağı yegane önder, yegane örnek ve yegane muallim Muhammed Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vahyin ilkeleriyle, tüm iliklere işleyen emsalsiz bir “ahlâk donanması” kurmuştur saadet asrında. Ve dünya durduğunca, döndüğünce çağlara numune-i imtisal olmuştur bu başlangıç kervanı.

Gelelim rezalet asrına/asrımıza!..

Yüzyıllar öncesinden yola çıkan bu mezkûr donanma, bugün kendini nerede ve nasıl bulurdu acaba? Ahlâksızlık furyasına karşı, nasıl bir mukavemet geliştirirdi? Kur’an-ı Azimuşşan’dan fersah fersah uzak kalmamanın uyarısını yapardı Allahu alem. Hayatlarımızı neye ve hangi ölçülere göre düzenlediğimizi; hanelerimizde nelerin hüküm ferma olduğunu; pratiğimizde ne tür bir yol çizelgesi belirlediğimizi bize sormaz mıydı?

Ahlâkın, Ahkâm-ı Kur’aniyye ile bir türlü buluşamayışının/buluşturulamayışının en belirgin ve en tetikleyici sebep olduğu aşikârdır bugün. Bizlerin, evlerimizin, ehlimizin, işimizin, sokağımızın, beldemizin ne ile/neler ile ve kim/kimler tarafından kuşatıldığı sorusuna kesin, net ve doğru cevaplar vermeksizin/bulmaksızın bu “hayâsız akın”a dur diyebilmek neredeyse imkansız. İmkansızı başarabilmek ise, yalnızca şanı pek yüce olan Allah Teâlâ’ya güvenip dayanma dirayetini gösterebilen bahtiyar müminlere nasip olur.

Toprağa, bin bir ümit ve aşkla karış karış serpilen tohumlar misali, her bir insana ahlâk’ı ulaştırmanın yolları, metodları ve çareleri bulunmalıdır; ve elbette bulunmak zorundadır. Toplumların ekonomik düzeylerindeki düzelmeler ve yükselmeler, onlar için ebedî yurda dair kurtarıcı vasıf taşımamaktadır, taşımayacaktır da. Devlet erkânının ekonomiyi düşündükleri kadar ve ekonomik refah için verdikleri amansız mücadele kadar, milletin ahlâkî zaaflardan kurtulup birer “ahlâk abidesi” haline gelmeleri için de gayretkeş olabilselerdi –ki olmaları gerekirdi–; işte o vakit, önümüze nasıl bir dünyanın kapılarının açılacağı berrakça görülecekti. Tabi ki, böylesi bir vak’ay-ı hayriyye’yi ancak ve ancak rüyalarımızda görebileceğimizin şuuruyla; fazlaca uyumanın akla, asra ve aşka zarar olması hasebiyle el-ân uyanmayı tercih ederiz Rabbimizden, biricik Uyandırıcımızdan…

“En güzel ahlâk’ı yakalama ve yaşama projesi”ni, evvela kendi ellerimizle, kendi evlerimizden başlayarak sokak sokak, cadde cadde tüm toplumun hayat süren dirilerine[1] sunmakla ödevliyiz hepimiz. Tek başucu, el nuru ve hayat buldurucu rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’i ve ahlâkın usta öğreticisi Muhammed Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sîretini kalkış noktası belirleyip sonucu yalnızca Rabbul alemînden bekleme yoluna koyulmanın zamanıdır şimdi. Ve zamanıdır sadece Hakk Teâlâ’yı razı kılmanın…

Güzel ahlâk, güzel insanla gelir ve güzel ihsanla belirir. Güzel insan, en güzel izan sahibidir. İzanımızla ve samimi bir ihsanla yoğurduğumuz tertemiz insanlığımızla, hep en güzel ahlâk’ı konuşan, hep en güzel ahlâk’ı konuşturan ve hep en güzel ahlâkla koşturan aktif müminler olabilmek temennisi, kaygısı ve duasıyla…


[1] Necip Fazıl rahmetlinin: “Siz, hayat süren leşler! Sizi kim diriltecek” mısraındaki ‘hayat süren leşler’le, buradaki ‘hayat süren diriler’in karıştırılmaması ve iki söz arasında bağ kurulmaması ricasıyla.

Hiç yorum yok: