Öğretmen, okulun bahçesinde kendilerini oyuna
kaptırmış öğrencileri süzerek ve etrafına bakınarak okul kapısına doğru
yürüyordu. Bu arada dikkatini dört bir yanda gelişi güzel atılmış çöp parçacıkları
çekti. Hiçbir öğrenciye bir tek söz söylemeden ve uyarıda bulunmadan eğilip tek
tek çöpleri toplamaya başladı. Bu durumu bir kaç öğrenci fark etti.
Arkadaşlarına işaret edip öğretmenin bu hareketini izlediler. Çok geçmeden tüm
öğrenciler istisnasız çöpleri toplamaya koyulmuşlardı. Adeta bir birleriyle
yarışıyorlardı, en fazla çöpü kim toplayacak diye.
***
İnsan çok karmaşık bir yapıda yaratılmıştır.
Karmaşık olduğu kadar da, akıl almaz bir güzellikle donatılmıştır. Gerek ruhen
gerek de fiziken bir mucizeyi andırmaktadır sanki. Yaratan onu ahsen-i takvim
(en güzel yaratılış) üzere yaratıp dünyanın kucağına bırakmıştır. Kusur bulmak
için birşeyler arayanların, bu arayışları havanda su dövmektir. İnsan duygu ve düşüncelerini
ya sözle ya yazıyla ya da işaret ve davranışlarıyla ifade etme ihtiyacı
hisseder. Bu ifade şekilleri, beynin yönlendirmesiyle adeta kişinin hislerinin
ete-kemiğe bürünüp canlanması olarak yorumlanabilir.
İnsan, derya misalidir. Ucu-bucağı gözükmez bir
enginliği taşıyabildiği kadar, bir fındık kabuğunu doldurmayacak işlerle de
iştigal edebilir. Fıtratının ayak seslerinin komutasıyla kendi rotasını
belirleyebilme yetkinliğine de sahiptir. Yürümek için niyetlendiği yolda,
karşılaştığı işaret taşlarının mahiyeti ona, yolların engebelerinden sebatla
geçtiği vakit, bahar kokulu düzlüklerin kaçınılmaz olduğunun haberini verir.
***
Hudeybiye antlaşması sonrası... Sahabî büyük
bir yenilgi yaşamış gibi bir şaşkınlık içerisindedir. Olanlara anlam
veremiyorlar. Allah’ın Rasulü Aleyhissalatu vesselam, akla-hayale gelmez
şartları kabul etmiş ve imzalamıştı ki, kimse buna bir anlam verememişti. Bazı
sahabelerin içi içini kemiriyordu. Yiğit Ömer Radıyallahu anh, dayanamadı ve
kendini tutamayıp Allah’ın Rasulüne adeta çıkıştı: “Sen Allah’ın Rasulü değil
misin? Bunlar müşrik değil mi? Biz Müslüman değil miyiz? O zaman neden böyle
bir zilleti kabul ettik?” Sonra Ebubekir Radıyallahu anh’aya gitti. Aynı
serzenişi ona da bulundu. O da şaşkındı: “Allah’ın Rasulünün muhakkak bir
bildiği vardır” diye cevaplamıştı sorusunu.
Çetin antlaşma sonrası, Rasulullah sahabelere
ihramdan çıkmalarını, kurbanlarını kesip başlarını kazımalarını söyledi. Sahabeler
bir şaşkınlık daha yaşadılar. Zira bulundukları yer haram bölgeydi ve bu
işlemler burada yapılamazdı. Donakalmışlardı ve emre itaat etmemişlerdi, sanki
söylenenleri duymamış gibiydiler. Rasulullah sözünü yineledi. Onlardan yine çıt
çıkmıyordu. Rasulullah üçüncü kez tekrarladı sözlerini. Ama yerinden kıpırdayan
bir kimse bile bulamadı. Üzüntüyle Ümmü Seleme validemizin bulunduğu çadıra
girdi. Durumu ona hayıflanarak anlatınca, Ümmü Seleme validemiz şöyle bir
teklifte bulundu Allahın Rasulüne: “Ey Allah’ın Rasulü sen yapman gerekenleri
dışarı çıkıp yap. Göreceksin, onlar da aynısını yapacaklardır.” Bu söz üzerine
Nebiler Nebisi çadırdan çıkıp yüksek bir ses tonuyla: “Bismillahi Allahu Ekber”
diyerek kurbanını kesti. İhramdan çıkıp saçlarını kazımaya geçti. Bu durumu
gören ashab, Rasulullah’ın yaptıklarının aynısını yapmak için can havliyle
yerlerinden fırlayıp büyük bir koşturmaca içine girmişlerdi.
***
Madden ve manen ne kadar zor bir halde
bulunduklarından haberdar olduğunuz bir aileyi düşünün. Ailenin reisi olan babanın
işleri çok kötüye gitmiş ve iflas etmiş, borçlarından ötürü hapis yatıp çıkmış.
Eski ve iyi gün dostları çevresi, artık yüzüne bile bakmaz ve arayıp sormaz
olmuş. “Maddi planda çok sıkıntı yaşadığını, eşinin bile bu durumdan dolayı
kendisini terk edeceğini, çocuklara birşeyler alamadığını, evin ihtiyaçlarını
gideremediğini vs.” yardım edebileceğini düşündüğü tanıdıklara mahcup söz ve
tavırlarıyla ifade etmiş. Lakin hiçbir tanıdığından, dostundan sahiplenme ve
yardım alma adına bir kıpırdama görmemiş.
Ve siz bu şahısların ve olayların farkında
olduğunuzdan sahip çıkıyorsunuz bu aileye. Gerek kendi bütçenizden feragat edip
gerek de sözünüzün/nazınızın geçtiği çevrenizden toparlayabildiğiniz kadarıyla
aileye birşeyler ulaştırıyorsunuz. Aynı zamanda, fazla üzülüp de kendilerini
yıpratmamalarını, bunda da bir hayır olabileceğini, sabretmeleri gerektiğini,
Allah’a daima dua etmelerini telkin ve tavsiyede bulunup durumlarının
iyileşmesi için Rabbinize çok dua ettiğinizi söylüyorsunuz. Sonrasında da,
zengin olarak gördüğünüz eş-dostunuza bu aileyi hatırlatıyorsunuz. El
uzatılması gerektiğini anlatmaya çalışıyorsunuz, uğraşlar veriyorsunuz...
Siz, bu aileyle ilgili davranışlarınızla
aslında şunları yapmış oluyorsunuz:
1-
İnfak.
2-
Hakkı ve Sabrı tavsiye.
3-
Fakiri, yoksulu gözetme ödevi.
4-
Düşene bir tekme daha vurmayı değil, elinden
tutup kaldırmayı hatırlatmak.
5-
İmtihan bilincini işlemek.
Evet, farkındasınız ya da değilsiniz ama, siz bu
ilkeleri pratize etmiş oluyorsunuz. Bunları konu başlığı olarak ayrı ayrı ele
alıp sohbet, ders konusu yapabilirsiniz. Kâh arkadaş çevrenizle kâh muhatap
olduğunuz herhangi birileriyle paylaşabilirsiniz. Ama şunu da iyi bilmelisiniz
ki, bu yaptıklarınız; yani sohbetiniz, dersiniz o aileye yaptıklarınız kadar
tesirli olmayacaktır. Çünkü siz bizzat yukarıdaki ilkeleri hayata geçirmiş oldunuz, örneklik teşkil
ettiniz. Bir eylem, bin söze bedeldir. Eylemler elbetteki söylemlerden doğar;
ama asıl anlam ve değerini uygulama sahasında bulur.
Müslümanlar olarak, vahyin öngördüğü çerçevede
işler yapmaya ne kadar gayret sarf edersek, etki alanımız ve davetimiz de o
kadar muhatap ve yankı bulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder